Öncelikle belirtmek isterim ki yazı içerisinde göreceğiniz terimler yıllardır olması istenen bir eğitim meselesidir.Ülkemizde önemsenmediğinden midir, çok önemsendiğinden midir bilinmez bir türlü tutturulamayan mayadır eğitim.Bazı devletler bu tutmayan mayaya ‘sosyolojik savaş’ tabirince saldırı yapmışlar ve ne yazık ki başarılı olmuşlardır.Çünkü bir yöneticinin yolunun başının okul sıraları olduğunu bizden önce kavramışlardır. ‘Ağaç yaşken eğilir’ atasözü bizim mi, yoksa onların mıdır? Bu ikileme düşüren şey, bizlerin eğitim konusunda üniversiteden önce kimseye uzmanlık vermememizdendir.Çocuk aklının bir fikre sahip olamayacağını düşünen kare zihniyetlilerin faşist hareketleridir yaptıkları.
‘’Su konduğu kabın şeklini alır.’’ Sözü sizce öğrenciler için mi söylenmiştir? Bu konunun da yanlış anlaşıldığını düşünüyorum.O kabı ‘müfredat’ adı altında şekillendirenler bugüne kadar hiç başarılı olamamışlardır! Ve hala kendi istedikleri gibi düzenlemeye devam etmektedirler.İşin komik tarafı esinlendikleri kişiler ya okul okumamış kişiler ya da okuduğu bölümle alakalı bir meslekle adını duyurmamış kişilerdir.Bu yüzden şahsî fikrim şudur:’’Okula kulluk edenlere yazık oluyor, olacak!’’
Ülkemizde uygulanan eğitim modelleri hakkında ne
düşünüyorsunuz? Bahsedeyim: Ülkemizde
Montessori ve Waldorf eğitim sistemi uygulanmaktadır(!). Montessori, çocukların ‘kendi yönettikleri’ etkinlikleri, yaşayarak
öğrenmeyi ve işbirliğine dayalı oyunu temel alan bir eğitim sistemidir.
Çocuklar, Montessori eğitiminde, kendi öğrenimleri için yaratıcı seçimler
yaparken, sınıf ve öğretmen ise yaşlarına uygun faaliyetler sunarak süreci
yönlendirir. Dünyaya dair bilgiler keşfetmek ve kendi potansiyellerini
geliştirmek için, çocuklar hem bireysel hem de gruplar halinde çalışırlar.
Waldorf ise, 'her şeyi kendi
zamanında yapma' fikri ön plandadır. Çocukların okul yaşının
takvime göre belirlenmesinin yanlış olduğu ve çocuklar için önemli olanın
bireysel gelişim olduğu savunulur. Çocuklar, ezber ve baskıdan kurtulup doğayla
iç içe, ritmik ve gündelik yaşam içerisinde bir öğrenme süreci geçirmelidir. Bu
baskıyı ortadan kaldırmak için de Waldorf yaklaşımında not sistemi, sınıfta
kalma, ödev gibi uygulamalar bulunmaz! Ve iki modelde de yönetimde öğrenciler
de söz hakkına sahiptir!
Türkiye etnik yapı olarak bin yıllık
tarihinde ve inandığı dine mensup hiçbir Müslüman’dan esinlenmemiş, kendi eğitim modelini bulamamış, bulduğu bu
yabancı modelleri de uygulamaya geçirememiştir.Zaten bu yönetimde ne bizim ki?
Medeni kanun? Yönetim sistemi? Hukuk sistemi? Yaşam şekli? Hangisi bizim?! İşte tüm hepsini millileştirmek için önce
eğitimi millileştirmek gerekir!
Güzel bir tasvirdir: Elinizde bir
ağaç var bir de bahçivan.Bu bahçivana yalnız bir(1) ağaç verip bütün meyveleri
istiyorsunuz.Başaramadığı için de sürekli bahçivanı değiştiriyorsunuz.Mantıklı
mı? Buradaki ağaç eğitim sistemidir.O meyveler de öğrencilerdir.O bahçivan da
eğitim bakanlarıdır.Fikrimce ağacı çoğaltmak daha mantıklıdır.Klasikleşmiş bir
tabir olan balığı uçmaya zorlamak aptallıksa, bu yapılan nedir?
Ağaç denince aklıma geldi.Bir zamanlar bu
ülkede ‘köy enstitüleri’ vardı.Onu da konuşalım:
Öncelikle tamamen milli olduğunu
söylemek zordur.Bulgaristan Çiftçi Partisi tarafından getirildiği
savunulmaktadır.Hasan Ali Yücel tarafından yönetilmeye başlanan bu okullar, tamamen öğrencilerin çabası
üzerine kurulmuştur.Kendi okullarını inşâ eden öğrenciler, mezun olduktan sonra
öğretmen olarak devam etmeye de başlamıştır.Böylece ülkedeki çoğu yere bu
okulların mezunları görevlendirilmiştir.O kadar harika bir şekilde işleyen bu
sistem nasıl olur da Türkiye de kalmış? Diye sormanıza izin vermeden söyleyeyim
bu okullar da o harika(!) siyasetlerinin esiri olmuş ve kapanmıştır.Köylere
eğitimci olarak giden Köy Enstitüleri mezunları köy ağaları tarafından halkın
gözünü açtıkları için sevilmemiştir.Düşünsenize bir anda bütün itibarınız yerle
bir oluyor.Asla kabul edilemez!
Ağalar toplanmış, İsmet İnönü’ye ‘’Bu
okulları kapatmazsan sana rey falan yok!’’ demiştir.Ee, itibar eğitimden önce
geliyor ya! Şu bahane ile kapatılmıştır:’’ Kız ve erkek öğrenciler birlikte
okuyor resmen Kominizm bu!’’ Ve hemen
peşine bu okullar yerine açılan İMAM HATİP OKULLARI gelir.Evet, CHP döneminde!
Her neyse…
Konuyu siyasete çevirmemek için
Avusturyalı Ivan Illich ve Maarif Nazırı Emrullah Bey’in fikirlerine kulak
vermek istiyorum.
Emrullah Efendi Maarif Nazırı iken
şunu belirtmiştir: ‘’ Şu mektepler olmasaydı maarifi ne güzel idare ederdim!’’
Dikkat çekici fakat açıklama ister bir cümledir.Hemen peşine 1970’lerde yazılan
‘Okulsuz Toplum’ adlı eser ve yazarı Ivan Illich bu konuya kitabında açıklama
getirmiştir.
Illich diyor ki:
Zorunlu eğitim
yanlıştır.Olmamalıdır.Aynı zamanda okulu bir fabrikaya benzeten Illich,
öğretmenleri fabrika işçisi, öğrencileri ise fabrikanın ürünü yani malı ilan
etmektedir.Bu düşüncesinde haklılık payı olduğunu düşünüyorum.Çünkü bir
öğretmenle sürekli iç içe olan öğrenci yalnızca müfredattakileri ezberlemez,
öğretmeninin fikirlerini de ezberler.Yani aslında ‘o’ olur.
Laboratuvarların da herkese açık
olmasını isteyen yazar, müfredata bağlı eğitimden hiçbir yarar gelmeyeceğini
savunur ve kütüphaneye götürülen öğrencilerin başındaki öğretmenleri de
gardiyan ilan eder.Onlardan da yarar beklemeyin diye ekler.
Illich 4 maddede öğrenme ağlarını
anlatmaktadır.
1-Eğitim için kaynak hizmeti.
2-Yetenek değişimleri. 3-Akran eşleşimi.4-Serbest eğiticilere kaynak hizmeti.
Açıklayayım:
1.maddede bahsedilen, öğrenmek isteyen ‘herkes’ için laboratuarların
açık tutulması ve hatta fabrikaların ‘staj’ adı altında öğrencilere pratik
eğitim vermesi yani sahaya inmelerini sağlamasıyla vergi muafiyetinde
olmaları.Yani gerçek eğitim!
2.maddede bahsedilen, kimin neye
yeteneği varsa onu sahasında öğrenip, bir başka arkadaşı eğer isterse ona kendi
yeteneği hakkında bilgi vermesi ve böylece istek üzerine bilginin yetenekle
çoğaltımı.
3.maddede bahsedilen, Partner bularak
öğrenme şeklidir.Yani ekip çalışmasıdır.Böylece eğitimde oyunla ve eğlenceyle
öğrenim artacak ve kalıcı olacaktır.
4.maddede bahsedilen, profesyonel
eğiticiler ile profesyonel olmayan eğiticilerin bir çatı altında buluşması ve
bilgi aktarımı.Yani geleceğin döngüsü.
Bu maddelerin peşine de şunu
eklemektedir: ‘’Öğrenmeyi isteyen öğrenciye verilecek eğitim için pedogojik
formasyon gerekmez.’’ ..
Mesela eve alınan bir aletin içine
dışına her yerine dikkatle bakan bir çocuğa ‘’KURCALAMA BOZARSIN!’’ mantığının
da suçlusunu fabrikalar olarak belirtir.Çünkü bizleri o işin ustasına itecek
bir döngüdür.Yani bozulursa normal insan olan yapamaz.Sadece uzmanı yapar
mantığı.Ve ‘doğrusu da’ herkes uzman olmak zorunda değildir.Kurcalamak insana
daha çabuk öğrenmeyi sağlar.
Ve son olarak eserin genelinde
bahsedilen bu okulsuz toplum da DİPLOMA VE NOT YOK! Çünkü bu iki kavram da
‘geçmiş’ hakkındadır.Yani en pratik örneğiyle İngilizce diploması olan birinin
diplomayı aldıktan sonra çoğu şeyi unutması ama lokantada çalışan bir garsonun
sürekli İngilizce konuşması ve dolayısıyla İngilizceyi hem diplomasız hem de
diplomalılardan daha iyi konuşması gibi.BİZE BUGÜN LAZIM GEÇMİŞ DEĞİL! Fikri
harika bir fikirdir.
ODAKLANMIŞ EĞİTİM MODELİ PROJEMİZ DE
BİR SONRAKİ YAZIMIZDA OLACAKTIR.KALIN SAĞLICAKLA…
0 Yorumlar