BU VATAN BÖYLE! -köşe - Murat Şah VURAL

BU VATAN BÖYLE! -köşe

 

Zor günlerden geçiyoruz.Yaptıklarımız ve yaşadıklarımız kıyaslandığında geçmişimizle pek bir alâkadar gözükmüyoruz.Keşke sadece dışarıdan öyle gözükseydik de içeride, içimizde de ‘öyle’ olmasaydık…

n  Nasıl bu konuma geldik, biz kimdik ve nereye gidiyorduk, şimdi ne yapıyoruz?

-Bu soruları cevapladığımız bir yazı daha gelecek çok yakında.-

 

Biz, zamansız ve anlık bir gösteriş için ulusunu yükselten bir millet olmadık hiç.Bu böyle geldi ve böyle de devam etmesini diliyoruz.Çünkü ne zaman gösteriş için bir açıklama yapan ve ‘’bu vatan için ölürüm!’’ diyeni görsek, sahaya geldiğinde ‘‘ne taraftan kaçıyoruz?’’ sualleri başımızı tırmalar biçimde üstümüze geliyor.En doğru tabirle ‘Artık yemiyoruz!’

İslam kocaman bir medeniyettir! Diyerek haykırdığımız günlerde o Batılı(tasmalı) aydınlar(!) ‘’İslam denince aklıma ayak kokusu geliyor!’’ diyordu.Bu açıklamanın üzerine çok geçmeden bir virüs ortaya çıktı.Öyle bir virüs oldu ki bu,  temizlik derecesinin düşük olduğu yerlerde, hayvanlar ve dışkılarıyla pek tabii ilgilenen toplumlarda ortaya çıkıyordu.Ve o ‘’ayak kokan(!)’’ İslam ülkesinde bir adet bile bu virüsün tanısı bulunmazken, medeniyetin beşiği olarak gösterilen, temizliğin şiarı olarak belirtilen Batı toplumu sadece virüse kapılmakla kalmadı, canlarını verdi, öldü.

Oysa günde beş defa yıkanan bir toplumdu kokan, ama sıkıntı burunda değil, fikirde olunca dışkı kokusu sahibinden gelince gül gibi kokar.Bilirsiniz, ekmeklerini önlerine kadar getiren bir sistem bu, ancak bu onları gerçekten takdir ettiklerinden değil, onlarda bir zaaf oluşturmak, kendilerine bağımlı hale getirmek içindi.Bizim çok düşünen(!) , entelektüel olan Batı’nın tasmalıları da hemen yedi o lokmadan.Durur mu hiç, kurtulmak istiyordu geçmişinden…

Biz içimizde bu bağımlılara gülmeye başlamışken, dışarıdan bir ses geldi.Bu ses bir annenin sesiydi ve ‘’VATAN SAĞ OLSUN!’’ diyordu.Bu cümle, teslimiyetimizin en büyük örneğiydi ama nedendi? Bahar Kalkanı Harekatı neden?

İdlib’te hain bir saldırı sonucu 34 şehidimiz olmuştu.

Cumhurbaşkanımız Bahar Kalkanı Harekatı’nı şöyle açıkladı: ‘’ Suriye'deki gelişmeler ülkemizin geleceğini biçimlendirmede hayati öneme sahiptir. Buradan bir kez daha ifade ediyorum; Türkiye'nin Suriye topraklarını işgal ve ilhak gibi bir niyeti asla söz konusu değildir. Türkiye'nin Suriye'deki varlığına itiraz edenlerin önce şu sorulara cevap vermesi lazım.

Ülkemizin güneyindeki şehirleri terör örgütünün saldırısı altındayken sesleri çıkmayanlar, Türkiye tüm sınır hattı boyunca güvenli bölge oluşturmaya kalkınca niçin birdenbire Suriye sevdalısı kesildiler. Şu anda biz de 3,5 milyon Suriyeli var ama İdlib'den 4 milyona yakın insan yine ülkemize gelme arzusunda.

Biz kardeşiz. Muhacir, ensar bu anlayışımız var. Biz onlara, 'Bırakın vursunlar, varil bombalarını yağdırsınlar.' bunu mu diyelim? Buna mı eyvallah edelim? Edemeyiz. Biz bir Esed bu noktada olamayız. Ama onda acıma duygusu diye bir şey kalmış değil. Onun için biz merhamet sahibi bir millet olarak, bu gayretimizi gösteriyoruz. Rejimin kendi halkını, kadın, çocuk demeden uçak, helikopter, tank ve toplarla bombalarken gözü dönmüş katil sürüleriyle katlederek ilerlerken, Türkiye'nin bu insanların hayatlarını kurtarma çabasına niçin bu derece karşı çıkılıyor? Türkiye'nin Suriye'de davetsiz misafir olduğunu öne sürenler acaba kendilerinin dünyanın dört bir yanında davetsiz bir şekilde yürüttükleri faaliyetleri aynı şekilde tarif edebilecekler mi? Onlarda davet var mı? Yok. Davetli olanlar da orada ne yapıyorlar?"

Bunları değerlendirmemiz lazım ve biz Adana Mutabakatı ile Suriye'ye davetliyiz. Davetsiz misafir olduğunu iddia ettikleri Türkiye'ye yönelik saldırılara hak verenler aynı zamanda dünyanın dört bir yanında kendileri için de benzer bir yolu açtıklarının farkında mı? Suriye halkının canını ve onurunu korumak için yürüttüğü mücadeleye destek vermek üzere davet ettiği Türkiye'nin, buradaki varlığı rejimin davetinden daha mı az meşrudur? İdlib'den ülkemize yönelen 1 milyona yönelik göç dalgasını umursamadan, kimseye gücü yetmeyen ama kendi halkına saldırmakta pek bir şahin kesilen zalim rejime kol kanat gerenler, Türkiye'nin bu çarpık denklemi bozmakta kararlı olduğunu hala görmüyorlar mı? Bu gün İdlib'de yaşanan insani trajediye sırf Türkiye güç durumda kalacak diye seyirci kalan uluslararası toplumda, yarın yıkılan bir bentten akan seller gibi üzerine çullanacak yükü karşılamaya hazır mı? Bu soruları daha epey uzatmak mümkün. Buradan bir kez daha Suriye'deki zulmü durdurma, sınırlarımızın ve kardeşlerimizin güvenliğini sağlama kararlılığımızı tekrarlıyorum. Rejim güçleri Soçi Muhtırası'nın sınırlarına çekilene kadar İdlib'deki sorun çözülmeyecektir. İdlib'deki sorun çözülmedikçe de ne buradan sınırlarımıza yönelen yeni kitlelerin ne de ülkemizdeki Suriyelilerin evlerine dönüşü mümkün olmayacaktır. Rejimin saldırıya geçtiği her yerde insanlar diğer bölgelere değil, Türkiye'ye yöneliyor çünkü güven bölgesi burası. Çünkü bu insanlar rejimin hakim olduğu yerde ne canları ne onurları ne de mallarının güvende olamayacağını biliyor. Rusya'nın kendi halkına düşman bir rejime toprak kazandırma çabası, suni solunumla onun ömrünü uzatma gayretinden başka bir şey değildir. Bir süre sonra suni solunum da işe yaramayacak, rejim tümüyle bir celsede inşallah cesede dönüşecektir.

Bizim tüm çabamız bu süreçte olabildiği kadar az can kaybı yaşanmasıdır. Suriye'yi kendi siyasi ve askeri hesaplarının bilek güreşi alanına çevirmeye çalışanların umurunda olmayabilir. Bu topraklarda yiten her can bizim yüreğimizi yakıyor. Bu insanlar bizim hem tarihi hem coğrafi hem de dini olarak kardeşimizdir. Kardeşlerimizi zalimlerin insafına terk etmeyecek, sınırlarımızda terör örgütlerinin ve meşruiyetini yitirmiş rejimin tehdidiyle inşallah onların vicdanına terk etmeyeceğiz. Biz bu yolda gerekirse ölmeyi göze aldık. Varsa aynı fedakarlığı göze alan 'hodri meydan' diyoruz. Şu anda Suriye'de en aciliyet kesbeden yer olan İdlib'deki çözüm, rejimin saldırganlığının bir an önce durdurulması ve daha önce varılan anlaşmalardaki sınırlara çekilmesidir."

Bu açıklamanın üzerine bizim Allah’ın dini için ölmeyi bir şeref olarak gördüğümüzü bilmeyen bazı sözde liderler çıktı ve dedi ki: ‘’ Biz iktidar olursak söz veriyorum ülkemizde şehit olmayacak!’’

Bu anda bile siyaset düşünen biriydi o çünkü. Acı üzerine acı çektik o gün.

Unutulmamalıdır ki, ‘’kesilen sakal daha gür çıkar ama kesilen kol bir daha yerine gelmez!’’

 

 

 

Yorum Gönder

0 Yorumlar