Zor günlerden geçiyoruz.Yaptıklarımız ve yaşadıklarımız kıyaslandığında geçmişimizle pek bir alâkadar gözükmüyoruz.Keşke sadece dışarıdan öyle gözükseydik de içeride, içimizde de ‘öyle’ olmasaydık…
n Nasıl bu konuma geldik, biz kimdik ve nereye gidiyorduk, şimdi ne yapıyoruz?
-Bu soruları cevapladığımız bir yazı daha gelecek çok yakında.-
Biz, zamansız ve anlık bir gösteriş için ulusunu yükselten bir millet olmadık hiç.Bu böyle geldi ve böyle de devam etmesini diliyoruz.Çünkü ne zaman gösteriş için bir açıklama yapan ve ‘’bu vatan için ölürüm!’’ diyeni görsek, sahaya geldiğinde ‘‘ne taraftan kaçıyoruz?’’ sualleri başımızı tırmalar biçimde üstümüze geliyor.En doğru tabirle ‘Artık yemiyoruz!’
İslam kocaman bir medeniyettir! Diyerek haykırdığımız günlerde o Batılı(tasmalı) aydınlar(!) ‘’İslam denince aklıma ayak kokusu geliyor!’’ diyordu.Bu açıklamanın üzerine çok geçmeden bir virüs ortaya çıktı.Öyle bir virüs oldu ki bu, temizlik derecesinin düşük olduğu yerlerde, hayvanlar ve dışkılarıyla pek tabii ilgilenen toplumlarda ortaya çıkıyordu.Ve o ‘’ayak kokan(!)’’ İslam ülkesinde bir adet bile bu virüsün tanısı bulunmazken, medeniyetin beşiği olarak gösterilen, temizliğin şiarı olarak belirtilen Batı toplumu sadece virüse kapılmakla kalmadı, canlarını verdi, öldü.
Oysa günde beş defa yıkanan bir toplumdu kokan, ama sıkıntı burunda değil, fikirde olunca dışkı kokusu sahibinden gelince gül gibi kokar.Bilirsiniz, ekmeklerini önlerine kadar getiren bir sistem bu, ancak bu onları gerçekten takdir ettiklerinden değil, onlarda bir zaaf oluşturmak, kendilerine bağımlı hale getirmek içindi.Bizim çok düşünen(!) , entelektüel olan Batı’nın tasmalıları da hemen yedi o lokmadan.Durur mu hiç, kurtulmak istiyordu geçmişinden…
Biz içimizde bu bağımlılara gülmeye başlamışken, dışarıdan bir ses geldi.Bu ses bir annenin sesiydi ve ‘’VATAN SAĞ OLSUN!’’ diyordu.Bu cümle, teslimiyetimizin en büyük örneğiydi ama nedendi? Bahar Kalkanı Harekatı neden?
İdlib’te hain bir saldırı sonucu 34 şehidimiz olmuştu.
Cumhurbaşkanımız Bahar Kalkanı
Harekatı’nı şöyle açıkladı: ‘’ Suriye'deki
gelişmeler ülkemizin geleceğini biçimlendirmede hayati öneme sahiptir. Buradan
bir kez daha ifade ediyorum; Türkiye'nin Suriye topraklarını işgal ve ilhak
gibi bir niyeti asla söz konusu değildir. Türkiye'nin Suriye'deki
varlığına itiraz edenlerin önce şu sorulara cevap vermesi lazım.
Ülkemizin
güneyindeki şehirleri terör örgütünün saldırısı altındayken sesleri
çıkmayanlar, Türkiye tüm sınır hattı boyunca güvenli bölge oluşturmaya kalkınca
niçin birdenbire Suriye sevdalısı kesildiler. Şu anda biz de 3,5 milyon
Suriyeli var ama İdlib'den 4 milyona yakın insan yine ülkemize gelme arzusunda.
Biz kardeşiz.
Muhacir, ensar bu anlayışımız var. Biz onlara, 'Bırakın vursunlar, varil
bombalarını yağdırsınlar.' bunu mu diyelim? Buna mı eyvallah edelim? Edemeyiz.
Biz bir Esed bu noktada olamayız. Ama onda acıma duygusu diye bir şey kalmış
değil. Onun için biz merhamet sahibi bir millet olarak, bu gayretimizi
gösteriyoruz. Rejimin kendi halkını, kadın, çocuk demeden uçak, helikopter,
tank ve toplarla bombalarken gözü dönmüş katil sürüleriyle katlederek
ilerlerken, Türkiye'nin bu insanların hayatlarını kurtarma çabasına niçin bu
derece karşı çıkılıyor? Türkiye'nin Suriye'de davetsiz misafir olduğunu öne
sürenler acaba kendilerinin dünyanın dört bir yanında davetsiz bir şekilde
yürüttükleri faaliyetleri aynı şekilde tarif edebilecekler mi? Onlarda davet
var mı? Yok. Davetli olanlar da orada ne yapıyorlar?"
Bunları
değerlendirmemiz lazım ve biz Adana Mutabakatı ile Suriye'ye davetliyiz.
Davetsiz misafir olduğunu iddia ettikleri Türkiye'ye yönelik saldırılara hak
verenler aynı zamanda dünyanın dört bir yanında kendileri için de benzer bir
yolu açtıklarının farkında mı? Suriye halkının canını ve onurunu korumak için
yürüttüğü mücadeleye destek vermek üzere davet ettiği Türkiye'nin, buradaki
varlığı rejimin davetinden daha mı az meşrudur? İdlib'den ülkemize yönelen 1
milyona yönelik göç dalgasını umursamadan, kimseye gücü yetmeyen ama kendi
halkına saldırmakta pek bir şahin kesilen zalim rejime kol kanat gerenler,
Türkiye'nin bu çarpık denklemi bozmakta kararlı olduğunu hala görmüyorlar mı?
Bu gün İdlib'de yaşanan insani trajediye sırf Türkiye güç durumda kalacak diye
seyirci kalan uluslararası toplumda, yarın yıkılan bir bentten akan seller gibi
üzerine çullanacak yükü karşılamaya hazır mı? Bu soruları daha epey uzatmak
mümkün. Buradan bir kez daha Suriye'deki zulmü durdurma, sınırlarımızın ve
kardeşlerimizin güvenliğini sağlama kararlılığımızı tekrarlıyorum. Rejim
güçleri Soçi Muhtırası'nın sınırlarına çekilene kadar İdlib'deki sorun
çözülmeyecektir. İdlib'deki sorun çözülmedikçe de ne buradan sınırlarımıza
yönelen yeni kitlelerin ne de ülkemizdeki Suriyelilerin evlerine dönüşü mümkün
olmayacaktır. Rejimin saldırıya geçtiği her yerde insanlar diğer bölgelere
değil, Türkiye'ye yöneliyor çünkü güven bölgesi burası. Çünkü bu insanlar
rejimin hakim olduğu yerde ne canları ne onurları ne de mallarının güvende olamayacağını
biliyor. Rusya'nın kendi halkına düşman bir rejime toprak kazandırma çabası,
suni solunumla onun ömrünü uzatma gayretinden başka bir şey değildir. Bir süre
sonra suni solunum da işe yaramayacak, rejim tümüyle bir celsede inşallah
cesede dönüşecektir.
Bizim tüm çabamız bu
süreçte olabildiği kadar az can kaybı yaşanmasıdır. Suriye'yi kendi siyasi ve
askeri hesaplarının bilek güreşi alanına çevirmeye çalışanların umurunda
olmayabilir. Bu topraklarda yiten her can bizim yüreğimizi yakıyor. Bu insanlar
bizim hem tarihi hem coğrafi hem de dini olarak kardeşimizdir. Kardeşlerimizi
zalimlerin insafına terk etmeyecek, sınırlarımızda terör örgütlerinin ve
meşruiyetini yitirmiş rejimin tehdidiyle inşallah onların vicdanına terk
etmeyeceğiz. Biz bu yolda gerekirse ölmeyi göze aldık. Varsa aynı fedakarlığı
göze alan 'hodri meydan' diyoruz. Şu anda Suriye'de en aciliyet kesbeden yer
olan İdlib'deki çözüm, rejimin saldırganlığının bir an önce durdurulması ve
daha önce varılan anlaşmalardaki sınırlara çekilmesidir."
Bu açıklamanın
üzerine bizim Allah’ın dini için ölmeyi bir şeref olarak gördüğümüzü bilmeyen
bazı sözde liderler çıktı ve dedi ki: ‘’ Biz iktidar olursak söz veriyorum
ülkemizde şehit olmayacak!’’
Bu anda bile siyaset
düşünen biriydi o çünkü. Acı üzerine acı çektik o gün.
Unutulmamalıdır ki,
‘’kesilen sakal daha gür çıkar ama kesilen kol bir daha yerine gelmez!’’
0 Yorumlar