İnsanların düşünmeyi bıraktığı ve her işi başkalarının onlar için yaptığını tasvir etmek bile güç bir durumken, bunun gerçekleştiği hâl ile yüzleşmek üzücüdür.
Dengecilik isteyenlere ‘’fikir özgürlüğü’’ adı altında istediklerini veren ya da verildiği sanılan insanlardan bahsediyorum.Aslında kalıplaşmış tabirlerden çıkıp da farklı bir ses olmak istiyorum.Yani kafasını bu ‘sosyal sistem’ ile bozmuş insanların ve bir makine bir sistem haline getirilmeye çalışılan ‘’KADIN’’dan bahsetmek istiyorum.
Biraz İslam Hukuku biraz Batı Felsefesi ve eser miktarda da haykırış ve fısıltılardan söz edeceğim.O yüzden de bir şiir seçtim.Adı duygularıma dokunan ve gönlümde yer edinmiş bir şiirden.Aslî atfı Nuri Pakdil’e olsa da bence burada Erdem Bayazıt ‘’KADIN’’dan bahsetmiştir...
Beton duvarlar arasında bir çiçek açtı
Siz kahramanısınız çelik dişliler arasında direnen insanlığın
Saçlarınız ızdırap denizinde bir tutam başak
Elleriniz kök salmış ağacıdır zamana
O inanmışlar çağının.
Zaman akar yer direnir gökyüzü kanat gerer
Siz ölümsüz çiçeği taşırsınız göğsünüzde
Karanlığın ormanında iman güneşidir gözünüz
Soluğunuz umutsuz ceylanların gözyaşına sünger.
Gün doğar rüzgar eser bulut dolanır
Rahmet şarkısı söyler yağmurlar
Alnınız en soylu isyandır demir külçelere
Gürültü susar ses donar sevgi tohumu patlar
Sessiz bir bombadır konuşur derinlerde.
…
Öyle bir canlı düşünün ki ‘canlandığı ilk günden itibaren’
içerisinde sanat, edebiyat ve diğer pozitif bilimleri barındırsın.(Buraya Rus
ve Alman edebiyatlarından birtakım roman karakterlerini yazmak isterdim lakin
parantez içinde kalması daha hayırlı geldi..)Evet evet! Tam da öyle…
Bir
hadistir:’’Kadınlar hakkında iyilik ve hayır tavsiye ediniz. Çünkü onlar
kaburga kemiğinden yaratılmışlardır. Kaburga kemiğinin en eğri tarafı da üst
tarafı, uç kısmıdır. Eğer onu doğrultup düzeltmeye kalkışırsanız, onu
kırarsınız. Kendi hâlinde bırakırsanız daima eğri kalır. Öyle ise birbirinize,
kadınlara iyi davranmayı tavsiye ediniz."
Bir insanın
yaşam standartı bir başkasının hayatını süslemek olabilir mi? Diye sormaya
gerek kalmıyor kadın kelamından sonra.
‘’İyi hoş
da İslam kadına hak vermiyor ki kardeşim!’’ demeyelim diye en sahih
kaynaklardan araştırmalar yapıp sizlere sunuyorum.Kaynaklardan dileyen olursa
yorumda bahsederim..
Öncelikle
İslam hakkında net bir araştırma yapmadan, tıpkı diğer kavramlarda olduğu gibi,
bir eleştiri yapmak kabul edilemez.Televizyonda veya radyoda gördüğümüz her şey
doğru değildir! Kuklaya bakıp kuklacıyı unutmayalım.. İslam bütün canlıların
hakkını savunmuştur.Bunu açık ve net bir
tabirle göğsümüzü gere gere söylemeliyiz! Bir örnek verelim:Peygamberimiz(s.a.v)
altmış üç yıllık hayatının en büyük
zaferine yol almaktadır. On bin kişilik bir ordunun başında baba ocağı, ana
vatanı Mekke'nin kapısına dayanmak üzeredir.
Ordunun en önünde ilerlerken yolları üzerinde
yeni doğum yapmış dişi bir köpekle yavrularını görür. Arkadaşlarından Suraka
oğlu Cuayl'i çağırarak emir verir.
- Anneyle yavrularının önünde duracak ve ordunun
tamamı geçinceye kadar onlara nöbetçilik edip, ezilmekten koruyacaksın.
Dişiyle yavruları rahatsız edilmemiş fakat on
bin kişilik Fetih ordusu istikametini değiştirmiştir. Şu merhamete bakın! Şu sevgiye bakın! Ve kalkıp da bu
peygamberin dinine ‘’kadına değer vermiyor!’’ demek cahillikten bir adım öteye
geçemeyecektir.İslam’ı
bu şekilde itibarsızlaştırmaya çalışmak da komiktir.
İslam’a bir
de bu çerçeveden bakalım..(her tarafını konuşmak istiyorum aslında!)
“Kadınlarla güzel geçinin” hadisi şerifi ile başlayalım.Bir
peygamberin bunu söylemesini gerektirecek hâl elbette ki sahabede yoktu.Onlar
bizler gibi yüzleri kara gönülleri kara insanlar değillerdi..Bizlere ikaz
ediyordu bu hadis ile.. Kadınlarla güzel geçinin!Diyordu..
“Sizin en iyiniz, hanımına karşı en iyi olanınızdır”
Diyordu.Birazdan ‘’medeniyetin beşiği olarak tanımladığınız yerlerden de
bahsedeceğim.’’
Çektiği ızdırapların, döktüğü gözyaşlarının mükafatını; “Cennet,
anaların ayağı altındadır“ hadisiyle alan kadın, saadeti İslâm dininde buldu.Oysa
diğer medeniyet(!) gibi gözükenler kadına bir fabrika bir sistem niteliği ile
bakıyordu.. Ana olmanın büyüklüğünü o zaman anladı.
Sahabe(r.a) geldi ve peygamberimize(S.a.v) şöyle sordu:
— Ya Resulallah, insanlar içinde kendine iyi davranmaya en layık
olan kimdir?
— Anandır.
— Ondan sonra kimdir?
— Anandır.
— Ondan sonra kimdir?
— Yine anandır.
— Sonra kim gelir?
— Baban. (8 )
İşte böylece kadın, layık olduğu değerlere İslâm ile
kavuştu. Cemiyet hayatında kadının da bir yeri olduğunu
takdir edemeyenlere İslâm, makul ifadelerle şu gerçeği kabul ettirdi: Allah
Teala, her şeyi çift yarattığını, zürriyetin devamı için her iki cinsin kendine
ait vazifeleri bulunduğunu böylece, cemiyet hayatında, kadının vaz geçilmez bir
unsur olduğu kabul edildi.Kadını içinde bulunduğu yürekler acısı durumundan
kurtardıktan sonra, İslâm’ın ona lütfettiği maddî ve manevî imkanları sırayla
gözden geçirelim:
“Ey insanlar! Doğrusu biz sizleri bir erkekle bir dişiden
yarattık. “(132) “Ey insanlar! Sizibir tek nefisten yaratan, ondan eşini
vareden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın meydana getiren Rabb’inize
hürmetsizlikten sakının.
İslâm dinine ilk giren Peygamberimizin hanımı Hatice
validemizdi.Hatice annemiz bir iş insanıydı.Ticaret kervanları vardı.Eğer İslam
kadına çalışmamayı emretseydi mü’minlerin annesi hiç çalışır mıydı? İslâm’ın ulu kitabı Kur’an-ı Kerim, resmen bir
kitapta toplanınca, müminlerin annesi Hz. Hafsa’ya teslimedildi. Hz. Ebubekir’in
hilafetinden Hz. Osman’ın hilafetine kadar yıllarca onun yanında kaldı.
Bir de verilen hükümleri bilmediği için baş kaldırmaya
çalışanlar var.Açıklayalım..
‘’Şahitlikte iki kadın bir erkek yerine geçiyor.’’ ‘’Nasıl olur
resmen İslam kadınlara değer vermiyor!’’ demeden önce ikazıma kulak veriniz.
Kuran’da rabbimiz şöyle buyurmaktadır:’’Kadınlardan biri
unutursa, diğeri ona hatırlatır.’’ Yani kadının erkekten farklı bir durumu
vardır demektir.Ayları mazaret ile geçen kadına burada da haklar tanımaktadır
kısaca! ‘’Hamil, viladet ve nifasiyete ait birçok ruhî tegayürler, tabii ve
mûtad sayılan asabiyetler gösterir…’’
İslam Hukuku konusunu daha fazla uzattığımız bir diğer yazıda daha
fazla soruya cevap vereceğiz.Sözlerin aslı ile bu konuyu özetleyelim:
‘’Erkek veya kadın, mümin olarak, kim yararlı işler işlerse,
işte onlar cennete girerler.Kendilerine zerre kadar zulmedilmez.’’
Gelelim dünya üzerine…
İslâmiyet’in geldiği çağda kadın, yeryüzündeki hemen bütün
milletlerde aşağılık bir mahluk olarak kabul ediliyor, zelil, hakir ve
esir bir durumda bulunuyordu!
Eski Hint hukukuna göre kadın, evlenme, miras
ve diğer muamelelerde hiçbir hakka sahip değildi.
Kadının murdar temayüllere, zayıf karaktere ve kötü
bir ahlaka sahip olduğu kabul ediliyordu.
Budizm’in kurucusu Buda, önceleri kadınları dinine
kabul etmiyordu. Nihayet bir çok tereddütten sonra kadınları dinine kabul etmiş
fakat bunun Budist toplumu için çok tehlikeli olduğunu söylemiştir.
İsrail hukukuna göre kızlar, babalarının evinde bile
hizmetçi gibidirler. Baba onları satabilir. Boşanma hakkı keyfi bir
surette kocaya aittir. Kızlar, ancak başka bir varis bulunmadığı taktirde
babalarının miraslarına nail olabilirler.
“İran’da, Sasani devletinde, kız kardeşle evlenmek
caizdi. Hatta bu teşvik edilirdi. Kan hısımlığının, kız kardeş ve
annelerin saygıya değer hiçbir hususiyetleri yoktur.”
Noldu? Tiksiniyor musun? Halbuki, bu olaylar 1450
sene önce olmuştur. Ya şimdiki olanlara ne dersin? Geçen senelerde,
İsviçre’de,“Kız kardeşlerle evlenilebilir” diye kanun çıkarttılar. “Erkek,
erkekle evlenebilir” diye de kanun çıkardılar.
Hatta daha da kötüsü var. . Kadının biri
köpekle evleniyor.
Belediyede
nikah kıyılırken dostları tebrik etmeye geliyorlar. Biz de tebriklerimizi
sunuyoruz(!)iğrençler gerçekten.
Devam
ediyorum..
Yunanistan ve Roma’da kadın, hiçbir şahsiyete
ve hakka sahip değildi. Eflatun’a göre, kadın,orta malı gibi elden ele gezmeli
imiş.
Çinlilerde kadın, insan sayılmaz, ona isim bile
takılmazmış.
İngiltere’de, milattan sonra beşinci
asırdan, on birinci asra kadar, kocalar, karılarını satabilirlerdi. İlk
günahın işlenmesine sebep olan ve böylece insanlığın
felaketini hazırlayanın bir kadın (Havva validemiz) olduğuna inanan
karamsar Hristiyan milletler, kadına daim bir “Şeytan” nazarı ile bakmışlardır.İngiltere’de
kadın, murdar bir mahluk sayıldığından İncil’e el süremezdi.
Bu vaziyet ancak Kral VIII. Hanry’nin
(1509-1547) devrinde parlamentodan çıkan bir kararla sona erdi. Bu karara göre kadınlar, İncil okuyabileceklerdi.
Avrupa’da ve bütün dünyada, kadınlar, hesaba katılmayan bir sürü
idi. Alimler ve filozoflar, kadın hakkında şöyle münakaşa ediyorlardı:
Kadının ruhu var mıdır?. Yoksa o ruhsuz bir yaratık
mıdır?. Eğer ruhu varsa, acaba o insan ruhu mudur?, yoksa
hayvan ruhu mudur?. Onun ruhunun insan ruhu farz edildiği taktirde, o zaman
onun erkeğe nisbetle insanî ve içtimaî durumu kölenin durumu gibi midir, yoksa
o köleden biraz daha yüksek bir yaratık mıdır?.
Hatta Yunan’da ve Roma imparatorluğunda kadının sosyal ve haysiyetli
bir mevkiye sahip olduğu kısa devrelerde bile bu durum, ancak şahsi sıfatları
sebebiyle mahdut kadınlara veya meclislerin süsü, aralarında övünme ve gösteriş
vesilesi olarak onları teşhir etmeye meraklı zengin ve müsriflerin israf ve lüks vasıtalarından bir vasıta olmaları hasebiyle başkentin
kadınlarına has bir durumdu.Lakin buna rağmen kadın, erkeğin gönlüne sevdirdiği
şehvetlerden sarfı nazar ile kendi kişiliği içinde, kendine has bir haysiyete
sahip olmaya layık ve insani bir mahluk gibi hiçbir zaman hakiki ihtiram
mevkiine yükselemedi.
Böylece bu durum Avrupa’da kölelik ve
derebeylik devirlerinde de devam etti.
O devirlerde kadın, cehalet içine gömülmüş olduğu halde, bazen
şehvet ve lüks oyuncağı olarak kullanılır, bazen de yiyen, içen, gebe olan,
doğuran, hayvanlar gibi geceli gündüzlü çalışan, ihmale uğramış bir yaratık
olarak kendi haline terk edilirdi. Hatta bu durum Sanayi İhtilali gelip
çatıncaya kadar devam etti.
Sanayinin gelişmesi ile Avrupalı kadına isabet eden
felaket, geçmiş tarihinde isabet edenden daha da kötü Teknik
ve sanayi hareketi, kadınları ve çocukları çalıştırdı. Aile rabıtalarını
parçaladı ve ailenin kuruluş düzenini bozdu. Lakin çalışmasından,
haysiyetinden, ruhi ve maddî ihtiyaçlarından en fazla karşılık ödeyen sadece
kadındı. Hatta kadın, evli, aynı zamanda anne olsa kendisini beslemesi için
çalışmaya mecburdu.
Başka bir yönde de, fabrikalar kadını en kötü bir
şekilde istismar etti. Böylece onu saatlerce çalıştırdılar ve aynı fabrikada
aynı işi yapan erkeğe daha fazla ücret verdiler.
Birinci Dünya Savaşı koptu. Bu savaşta, Avrupa ve
Amerika gençliğinden on milyon insan ölüp gitti. Kadın, bütün çirkinliğiyle
beraber çalışma kasvetiyle yüz yüze geldi. Milyonlarca kocasız kadın vardı.
Bunların kocaları ölmüş, yahut harpte yaralandığından çalışamaz duruma
gelmişti. Veyahut, korku, gürültü, zehirli ve boğucu gazlar sebebiyle sinirleri
bozulmuş, deli olmuşlardı.
Bir
kısmı da dört senelik hapisten sonra asabını dinlendirmek ve biraz yaşamak
isteğiyle çalışmak, yorulmak ve tahammül isteyen, evlenme ve evlilik hayatı
yaşamaktan kaçıyordu. Bir başka yönden, orada harbin tahrip ettiklerini tamir
ve fabrikaların çalışmasını eski haline koymaya kafi gelecek miktarda çalışan
erkek eli olmadığı için, kadının çalışması bir zaruret halini aldı. Çünkü,
çalışmadığı taktirde bizzat kendisi ve bakmağa mecbur olduğu çocuklar ve
ihtiyarlar açlık tehlikesine maruz kalacaklardı. Kadın, çalışınca da ahlakından
vazgeçmek zorunda idi.Çünkü, o gün için kadının namuslu olması, ekmeğine
mani bir kayıt durumundaydi. Zira, fabrikatör ve onun adamları sadece çalışan
el istemiyorlardı. Onlar, bu durumu bulunmaz bir fırsat telakki ederek hareket
ediyorlar, böylece peşinde koştukları kuşlar, aç olarak -tane toplamak için
kendiliğinden yere düşüyorlardı. Artık onların, bunları avlamasına ne mani
olabilirdi?.Acaba vicdan mı?. Ne gezer, mademki zaruretleri için
sevgiyle kendini peşkeş çekecek bir kadın vardır, o halde iş isteyenlerden
ancak kendini teslim edenlere iş verme zihniyeti hakim olmalıydı ve öyle oldu.
Kadın, isteyenlere kendini teslim ederek fabrika ve ticarethanelerde çalışmakla
şu veya bu yolla arzularını tatmin etme mecburiyetinde bırakıldı. Lakin onun
esas meselesi bu sefer daha çok alevlendi. Kadının çalışmaya olan ihtiyacını
fabrikalar istismar etti ve hiçbir akıl ve vicdanın hoş görmeyeceği zalimce
muamelesine devam etti.Kadına, aynı yerde ve aynı işte çalışan erkeğin
ücretinden daha az ücret veriliyordu. Kadına ait ne kaldı ki, o
kendini, kadınlık gururunu ve haysiyetini harcadı. Aralarında varlığını
hissettiği, hayatına kattığı, böylece saadet ve gurur duyduğu aile ve
çocuklarına olan tabiî ihtiyacından bile mahrum bırakıldı. Buna mukabil en
basit ve bedahetle kabul ettiği tabii hakkı olan “Ücrette erkeğe eşitlik
hakkı”nı alabildi mi?. Avrupalı erkek kolay kolay hakimiyetinden vazgeçmedi.
O
halde bu çatışmada kullanmaya elverişli silahları kullanmak gerekiyordu. Kadın,
grevleri, gösterileri, toplantı ve kongrelerdeki konuşmaları ve basını hedefine
ulaşmak için birer vasıta olarak kullandı. Sonra kendisine yapılmakta olan
zulmü menbaından kesmek için, mutlaka kanun yapma yetkisinde erkeğe iştirak
etmesi lazım geldiğini anladı. İlk önce seçme hakkını talep etti. Sonra bunun
arkasından gelen parlamentoda temsil hakkını talep etti. Çünkü o erkeğin
yaptığı işin aynısını yapıyordu.Onun mantıkî bir sonucu olarak, mademki, her
ikisi de aynı yolda hazırlanmışlar ve bir tek öğrenim yapmışlar o halde, erkek
gibi devlet memuriyetlerine girmeye hak iddia etmeliydiler. Bu, Avrupa’da
kadının haklarını elde etmek için yaptığı mücadelenin hikayesidir…
Orada,
kadın hakları konusundaki her adım, erkek istesin istemesin bir diğer karşıt
adımı hazırladı. Böylece dizgini elinden kaçırmış ve çözülmelerle çökmüş olan
bu toplumda bizzat kadın dahi artık kendi işine kendisi malik değildi.
Bütün
bunlara rağmen, demokrasinin beşiği olarak kabul ettikleri İngiltere’de, devlet
memuriyetlerinde çalışan kadına, erkekden daha az ücret verilmekte ve hala da
buna devam edilmektedir.
Birkaç cümle ile de Komünist alemdeki kadına göz atalım.
Bu
ülkelerdeki kadının durumu,Ayrupa’daki kadınların durumundan çok daha beterdir.
O nazik eller, o zayıf vücut, ağır sanayide, gece gündüz vardiya usulü olarak
çalıştırılıyor.
Erkek, bir fabrikada kadın, bir fabrikada; yani karı-koca ayrı
ayrı fabrikalarda ya da çiftliklerde çalıştırılıyorlar. Çocuk,bakım
yuvasına bırakılmış, üçünün bir araya gelmesi büyük mesele.Çünkü erkek eve
geliyor kadın yok, kadın eve geliyor erkek yok… Nerededirler, ne yaparlar,nasıl
yaşarlar, bunu arayıp sormalarına da imkan yok, kendilerini de bilmezler.
Kadın,mutfakta bir kap yemek pişirmenin saadetinden çok uzaktır. Çünkü, mutfak
yok. Varsa da üç-beş aileye bir mutfak, dolayısıyla da tadı yok burada
hayatın…Orada kadın, koluna bir bilezik, boynuna bir kolye takmaktan mahrumdur.
Çünkü,mülkiyet yok, para yok…Yaşama bakımından bir erkek hayatı, fakat
vücut ve ruh bakımından kadın olan bu insanlar, her şeyi unutabilmek ve
ızdıraplarını dindirebilmek için derin ve korkunç bir sefahete atılıyorlar.
Fakat iş yine bitmiyor. Esir hayatı, ölünceye kadar devam ediyor.Böylece, bir
makinadan farksız olan kadın için, dünyanın hangi saadetinden dem vurulabilir.
Hem bu kadın ne için çalışıyor, çalıştırılıyor. Para için mi?. Ev yapmak için
mi?.Eşya için mi? Hayır hayır, hiçbirisi için değil. Çünkü, Komünist
memleketlerde mülkiyet yok, bir mala sahip olmak yok, malı olmayan, malını
dilediği gibi harcamayan ve inandığı yollara veremeyen bir insan için saadet hayaldir.
Kim ne derse desin, inanmayınız.
Kaynak:1-Kuran-ı Kerim.
2-Çeşitli Hadis Kaynakları
3-Fıkh-ı Ekber
4-İslam’da Kadın
5-İslam’ın etrafındaki şüpheler
6-Gençliğin İmanını Sorularla Çaldılar
0 Yorumlar