ADİL DÜZEN ÜZERİNE YENİ DÜNYA -köşe - Murat Şah VURAL

ADİL DÜZEN ÜZERİNE YENİ DÜNYA -köşe

 


 

                Çoğunlukla toplumun idaresi için gerekli maslahat ve tutulması gereken yolu ifade etmek üzere kullanılan  ‘’siyaset ve hukuk’’ terimleri,  toplumun idare edilmesi;  devletin işlerini üzerine almak ve yürütmek,  idari sistemi yürütme sanatı,  ceza ve cezalandırmak gibi otoriteleri ortaya koymaktadır. Siyasetin en yüksek seviyede olabilmesi için hukuka ve adalete kuşkusuz ihtiyacı vardır. Devlet ve devleti yöneten kimselerin gerek toplum gerekse diğer devletlerle olan ilişkilerinde takip edeceği yolu ortaya koymayı hedeflediğinde ‘’Dünya ve ahiret huzurunu elde etme yolu’’ ele alınmalıdır. Çünkü bizim inancımızda kimse kendisi için yaşamaz,  milleti ve kardeşleri için yaşar.  Menfaatçiliği öldürmenin yollarından biri de budur. Hadisi şerifte buyrulduğu gibi  ‘’Gerçek iman sahibi kişi,  kendisinin sevip istediğini mümin kardeşi için de isteyendir.  ’’ Ve insanların en hayırlısı da yine insanlara hizmet edenlerdir. Buyuran peygamberimiz insanları bu hayırlı işlere yönlendirmiştir. ’’Bir devlet adl ile yükselir zulm ile yıkılır’’ buyurmuştur.  Adalet nedir,  zulm nedir? Diye sorulduğunda; en zayıf insanın en güçlü olandan hakkını kolayca aldığı devlet adaletli devlet, en zayıf insanın en kuvvetli olandan hakkını alamadığı devlet zalim devlettir demiştir. Aynı zamanda adalet ile zulmü ayırma meziyetinden ‘’siyaset ve hukuk’’ doğmuştur.Yani devletin temelini adalet, hukuk üstüne oturtmuş olan ve bütün insanları Allah’ın yarattığı kutsal bir emanet gibi gören bir sistem, bir düşünceyi bizlere bırakmıştır.

              Siyasal toplumun oluşumundan bu yana insanların en çok uğraştığı konulardan biri toplumun nasıl yönetileceği konusudur. Yöneten-yönetilen ayrımının başlangıcında dayandırılabilecek olan siyasal toplumun yönetim yetkisinin kime ait olduğu sorunu, sürekli tartışma konusu olmuştur. Bu tartışma, siyasal egemenliklerin kime ait olduğundan ve bu bağlamda toplumdaki kaynakların dağılımında önemli kararların kimler tarafından verildiğini öğrenme-merak etme- yetisini de beraberinde getirmiştir.

            Hukuk ise siyasal alanın çerçevesini belirler. Parlamentonun nasıl oluşacağı, seçimlerin hangi esaslara göre gerçekleşeceği;  parlamentoda görüşmelerin nasıl yapılacağı, hangi temsilciye kaç dakika konuşma süresi verileceği, bir yasanın parlamentoda kabul edilmesi için nasıl bir çoğunluk gerektiği, devlet başkanının nasıl seçileceği, siyasal partilerin nasıl kurulacağı gibi meseleler hukuksal düzenlemelere konu olmaktadır. Oysa bu düzenlemelerin içeriğini oluşturacak olan her bir tercih, hiç kuşku yok ki siyasal bir tercih olacaktır.

            Siyasal otorite bir fikir, düşünce olmadan önce bir yönetim sistemidir. Bu sistem de toplumun fikirlerine ve ortaya koyduğu düşünceye göre şekillenmektedir. Aksi takdirde bir dikta rejimin eseri olan yönetenlerin bütünüyle kendi fikirlerini topluma zorla kabul ettirdiği sistem baş göstermektedir. Bu dikta yönetimin ise başta yönetenlere ve istihdam ettiği topluma büyük zararlar verdiği görülmektedir. Oysa ki hem yönetenlerin hem de yönetilenlerin hiçbir fark, ayrım gözetmeksizin bir İslam Hukuku üzerine kurulduğu sistemlerde devletin bekası ve toplumun sadakati son derece dikkat çekmektedir.Bu politikayı uygulayan Osmanlı Devleti, niteliği itibariyle bir Türk Devleti olmasının yanı sıra aynı zamanda İslami coğrafyanın da güçlü bir temsilciliğini yürüten bir Türk-İslam devletiydi.Bu iki olgunun Osmanlı üzerinde vücut bulması Osmanlı’daki hukuk sisteminin de çift başlı bir şekilde gelişmesini sağlamıştır.Bilindiği üzere Osmanlı Devleti özellikle 19.yüzyılın  başına kadar ki süreçte genelde örf’i ve şer’i hukuk temelli bir ‘’hukuk politikası’’ izlemiş ve bu politika Osmanlı’nın kültürler arası bir hukuk motifi oluşturmasında etkili olmuştur.Osmanlı düşünürlerine göre insan, hayatını sürdürmek için cemiyet hayatına muhtaçtır.Cemiyet hayatı; iş bölümü, adalet esasına dayanır, herkes, kendi kabiliyeti doğrultusunda mevkiine razı olur.Böylece düzenli ve mutluluk verici olur.Bunu sağlamak da padişahın görevidir.Karşılıklı yardımlaşma, nizamı sağlama ve toplumun ahenkli şekilde yönetilmesinin kurallarına ‘’siyaset’’ denir.Siyaset karşılığında ‘tedbir’de kullanan Osmanlıların, ikili siyaset tasnifi dikkat çekmektedir.Bu tasnif, siyaset-i ilahi ve siyaset-i sultani şeklindedir.Siyaset-i ilahi, tedbirlerin hikmet esasına göre alınmasıdır.Bu ölçüler, peygamberimiz tarafından bildirilmiştir.Ehl-i hikmet, bu siyasete siyaset-i ilahi derken, ehl-i şeriat ‘’şeriat’’ demiştir.Siyaset-i sultani ise padişahların koyduğu kurallardır ki bunun Osmanlı hukuk litaretüründeki karşılığı örftür.Buna siyaset-i akli de denmektedir.Osmanlı’da ulaşılmak istenen hedeflerden biri de Nizam-ı Alem’dir.Nizam-ı Alem için      Mehmet  Öz, kamu düzeni anlamında kullanıldığını, öz kavramla Osmanlı Devletinin düzeninin kastedildiğini, ayrıca,’’alemin ebedi ve ezeli yani değişmez bir düzeni olduğu en azından zımnen var sayıyor gibidir’’ demiştir.

Gelecekte oluşacak olan hukuk ve siyaset sistemleri fâni olan sistemlerin çok üstünde; bâki olan Allah’ın bizlere öğütlediği ve peygamberinin de emanet ettiği sistemler üzerine olmalıdır. Çünkü günümüz siyaseti ve hukuku fâni bir strateji üzerine oturtulduğundan ya değişecek ya da yok olup gidecektir.Ancak gelecekte Necip Fazıl’ın dediği gibi ’’Halka değil, Hakka inanan; meclisin duvarında -Hakimiyet Hakkındır- düsturuna hasret çeken, gerçek adaleti bu inanışta bulan ve halis hürriyeti Hakka kölelikte bulan bir gençlik…’’ olacağı için tarihte de görüldüğü gibi hem siyasi hem de hukuki anlamda gelişmeler dikkat çekecektir.Atacakları adımlar bir stratejinin çok üstünde olup; tüm dünya medeniyetlerinin temellerini oluşturacaklardır. Sisteme uyan değil, sistemi belirleyen olacaklardır. İdeolojileri tamamlanmış olan bir toplumdan ne siyasi fikirleri alınabilir ne de adalet düsturları. Çünkü ideoloji  insanın kazanabileceği üstün değerlerden biridir.Bir politikadır, bir devrimdir.Ancak hiçbir zaman ‘’birlik olmanın engeli’’ değildir. İnsanlar kendileri için hazırladıkları siyasi ortamda gelişirler. Her şeyden önce bir akıl oyunu olan ‘’siyaset’’, toplumlara bir sonraki adımları düşündürmeyi mecbur kılmaktadır.İnsanlar fikri olarak ayrılıklara düşebilirler hatta ‘’Sağcı-Solcu’’ ayrımı gibi ayrımları ‘’adaletsizce’’ tanımlanabilir fakat bu ayrım aynı ‘’Siyah-Beyaz’’ gibi olduğundan bir kültür karmaşasını bitirmektedir.Nitekim ‘’Siyah-Beyaz’’ın renk olduğu gibi bizim ‘’Sağcı-Solcu’’ görüşlü insanlarımız da her şeyden önce ‘’insan’’dır.Adaleti ve siyaseti en yüksek seviyeye getirecek olan da yine bu fıtrattır.Dünya, Hak çerçevesinde bâtılın egemenliğinden kurtarılıp yeniden tanzim edilmekten ve ‘’Yeni Bir Dünya’’ olarak gerçekleştirilmedikten sonra,  insanlık kurtulamaz.Gelecekte elbette çeşitli yöntemler yargılamalar, sistemler, mahkemeler oluşacaktır. Bu sistemleri, oluşacak tüm yenilikleri de yine aydın toplumumuz çıkaracaktır. Ve Erbakan Hocamızın bizlere emanet ettiği ‘’Adil Düzen’’ getirilecektir. Adil Düzen’in en temel kavramları ise her dinden, her kavimden ve her seviyeden bütün insanların birlikte barış ve bereket içinde yaşayacağı ve tüm temel hak ve hürriyetlerin sağlanıp korunacağı, İslami, ilmi ve insani yepyeni ve orijinal bir düzendir. İslamidir; Çünkü, sarih ayetlere, sahih hadislere ve icmai ummete dayalıdır. İslam barış ve bereketi esas almaktadır. İlmidirÇünkü, akli delillere ve Müspet ilmin verilerine uygun hazırlanmıştır. İnsanidir: Çünkü, yalnız Müslümanları değil bütün insanları kapsamakta ve kucaklamaktadır. Adil Düzen; "Elmüslimune kerrecülil vahid "müslüman (insanların topluluğu) bir kişi (tek vücut) gibidir." hadisinin hikmet ve gerçeğine uygun olarak, toplum yapısı bir insan vücuduna benzetilerek hazırlanmıştır.İşte bizler hukukumuzu bu düstur üzerine, yek pâre vücut gibi olacağız.

              Tüm zalimlere korku olma adımlarını günümüzde atılan siyasi adımlar desteklemektedir. Mazluma el uzatmak ise bizlerin geçmişinden bizlere aşılanmıştır. Adaletimizi de bu şekilde tamamlayacağımız bir toplum oluşacaktır.Bin yıllık tarihimizi derin ayrıntılarına kadar araştıracak olan gelecek neslimiz; siyaset ve hukuk maddelerini Medine Sözleşmesi ve büyük tarihimizden belgelerle destekleyerek, bir yükselme devrinin ilk adımlarını atacaktır.Nitekim Medine Sözleşmesi en büyük siyaset ve hukuk üzerine maddeler içermektedir.Der ki: Bozgunculuk ve hakka tecâvüz yapılmayacaktır. Takvâ sâhibi mü’minler, içlerinden azgınlık eden, zulüm ve haksızlık yapmak isteyen, günah işleyen, düşmanlık eden ve mü’minler arasında karışıklık çıkaran kimseye karşı hep birlikte cephe alacaklar ve -o kendilerinden birinin evlâdı bile olsa- hepsinin elleri onun aleyhine kalkacaktır.Her zümre, esirlerinin kurtuluş akçelerini de -mü’minler arasında mâlum olan âdil esaslar dâiresinde- müştereken ödeyeceklerdir.Mü’minler, borçlu ve âile efrâdı kalabalık olanları kendi hâllerine bırakmayarak onların kurtuluş akçelerini veya kan diyetlerini -aralarında mâlum olan âdil esaslar dâiresinde- ödeyeceklerdir.Medîne içinde ve dışında güvenlik sağlanacaktır. Medîne’den çıkan da Medîne’de oturan da emniyette bulunacaktır. Bir zulüm veya suç işleyen kimse bundan müstesnâdır. Yahûdîler dîn hürriyetine sâhip olacaklardır. Yahûdîler kendi dinlerinde, müslümanlar da kendi dinlerinde olacaklardır. Bize tâbî olan Yahûdîler de hiçbir zulme uğramaksızın ve aleyhlerinde bir ittifak olmaksızın yardım göreceklerdir. Herhangi bir harp çıkarsa, taraflar birbirine yardım edeceklerdir. Yahûdîler, mü’minlerin yanında savaşa devâm ettikleri müddetçe, savaş masraflarına katılacaklardır. İki taraf da müşrikleri himâye etmeyecektir. Ne Kureyşliler, ne de onlara yardım edenler, hiçbir sûrette himâye olunmayacaktır.

Maddeleriyle Allah’ın resûlü müthiş bir adalet ve devlet yönetim sistemini bizlere bırakmıştır.

             Gelecekte olmasını istediğimiz sistemin ilk adımı devletimiz üzerinde yaşam süren bütün milletimize bir havuz oluşturmaktır. Bu havuzdan milletimizin ihtiyacı olan insanları alabilecek; yurtdışındaki, zulüm altındaki, milletlere de gönderebilecektir.Bizler hakiki anlamda bir cihan medeniyetinin ilk adımını dünyadaki zulmü bitirerek başlatmalıyız.Onların ne derdi varsa ilk devası olacak olan bizler olmalıyız.Nitekim insanlık bir hukuksuzluk ve siyasetsizlik altında ezilip gidiyor.Buna dur! Diyecek medeniyetimiz, çok uluslu bir imparatorluk haline de gelebilecektir. Siyasetimiz, asla bitmeyecek ve kültürler arası bir siyaset ve hukuk motifi oluşturacak olan milletimiz, aynı zamanda tüm medeniyet aleminin temel yapı taşlarının başlangıcı olacak, tüm dünyaya İslam sistemlerini uygun bir biçimde ayrıştıracaktır. ’İnsanı severiz yaradan dan ötürü’ anlayışıyla devletimiz; geçmişte olduğu gibi gelecekte de çok uluslu bir imparatorluk şekline gelecek ve İslam hukuku ve siyasetiyle üstünlük sağlayacaktır. Nitekim bu üstünlük geleceğimizin almış olduğu bir üstünlük değil; Allah’ın bizim ulusumuza yazmış olduğu kaderdir. Her şey değişebilir, şaşabilir ama kader asla şaşmaz.

 

           Bizlere muhalefet olacak, savaş girişimleriyle, darbe girişimleriyle durdurmaya çalışacak olan ülkeler çok olacaktır. Hatta onlarla son savaşımız olacağını, yıkılacağımızı bile söyleyenler olacaktır. Ancak tarihimiz göstermiştir ki, bize son savaşınız olacak diyenlerin son savaşları yine bizimle olmuştur. Unuttukları dustür ise bizim siyasetimiz ve adaletimizde biz yalnızca temsilciyiz, bizden de geçecek ve bâki olarak devam edecektir.

 

 

 

 

 

 

Yorum Gönder

0 Yorumlar