Vahdet-i Şuhud’a evvel söz verdik,
amacımız ise Vahdet-i Vücud’a ulaşmaktı demiştik. Bugün Vahdet-i Vücûd’u ele almak
istiyorum inşallah.
Nedir
Vahdet-i Vücûd?
Vahdet-i
Vücûd, kelime anlamıyla “varlıkta birlik” demektir. Gönülden söylenmiş
tasavvufi bir terim olarak ise, Allah’tan başka hakiki varlık olmadığını
ifade eder. İbn Arabi Hz.’nin sistemleştirip yaygınlaştırdığı bu anlayışa göre,
kâinattaki tüm varlıklar, Allah'ın isimlerinin ve sıfatlarının birer
tecellisidir. Gerçekte var olan yalnızca Allah'tır; mahlûkat ise
O'nun varlığının birer yansıması, bir gölgesidir.
Bu muazzam anlayışı
geliştirmek adına tevile başvurmadan direkt tefsir edecek olursak, tüm
varlıkların özünde Allah'ın varlığından başka bir şey bulunmadığının savunulduğunu
görürüz. Kâinatta ne varsa, Allah’ın isimleri ve sıfatlarının bir tezahürü,
bir aynasıdır. Varlık, O’nun kudretiyle kaimdir; Allah’tan bağımsız bir
varlık söz konusu değildir. İnsan, bu hakikati kavradığında, tüm varlığın
aslında neyin, kimin ve nerenin yansıması olduğunu idrak eder!
Bir bakış
açısı olarak anlam kazandığı meselde, anlamına bakarsak da: Vahdet-i Vücûd, derin
bir idrak ve tevhid şuuru sunar. Bu noktada varlıklar, gölgedeki bir silüet
gibi düşünülür. Gölge varlığın hakiki sahibi de Allah’tır. Bu anlayış, derin
bir tevazu ve teslimiyet hali oluşturur. Kişi, ne kadar var gibi görünse de
aslında kendi varlığının Allah'ın varlığına bağlı olduğunu anlar ve “ben”
diyerek kendini öne çıkarmaktan vazgeçer! Bu, insanı kibirden arındıran,
Allah'ın mutlak varlığının şuurunda yaşatan bir bakış açısıdır.
Tasvire
dökecek olursak: Bir deniz düşünelim. Dalgaların, damlaların ve köpüklerin
varlığı denizdendir. Her biri ayrı ayrı görünse de aslında denizden başka bir
şey değildir. Varlıklar da Allah'ın denizi içinde bir dalga, bir köpük misali
kaimdir. Gözle görülen her şey, O’nun varlığından bir işaret taşır.
Birkaç maddeyle faydacı bir temsile bakacak olursak:
1.
Her şeyde Allah’ın tecellisinin farkına varılır: Vahdet-i Vücûd,
insanın kâinatta gördüğü her varlığın ardındaki ilahi hakikati görebilmesine
olanak tanır. Bir çiçekte, bir kuşun cıvıltısında, bir çocuğun
tebessümünde, üzerinde durup düşününce Allah'ın sanatının tecellisini görür.
2.
Nefsi terbiye eder: İnsan, hakiki
varlığın yalnızca Allah olduğunu idrak ettiğinde, benliğindeki gurur, kibir ve
bencillik gibi nâhoş hallerden arınır. Kendi varlığını bir hiçlik olarak
görerek, Allah'ın varlığına teslim olur.
3.
Düzen ve vahdet bilinci
kazandırır: Vahdet-i Vücûd, bölünmüş, ayrışık görünen
her şeyi ilahi birliğin bir parçası olarak idrak etmeyi sağlar. Bu birlik
bilinci, insana derin bir huzur ve tefekkür hali kazandırır.
Vahdet-i
Vücutta Allah-Âlem İlişkisi
Tasavvufumuzda Allah ile âlem arasındaki
ilişkiyi anlamak için "zâhir" ve "bâtin" kavramları önem
taşır. Allah, hem âlemin bütün varlığında "zâhir"dir (açık ve
görünür) hem de O'nun hakikati, mahlûkâtın idrakinin ötesinde "bâtın"dır
(gizli ve soyut).
Vahdet-i Vücuda göre, Allah’ın
isimleri ve sıfatları âlemde tezahür eder. Mesela, rahmetin yansıması
"merhametli bir insan", cemalin yansıması "güzellik",
kudretin yansıması ise "gücün" kendini göstermesidir. Ancak bu yansımalar,
Allah’ın hakikati değil, O’nun tecellileridir. Dolayısıyla yaratılış, Allah'ın
isim ve sıfatlarının bir aynası gibidir.
Bir Mertebe
silsilesi vardır ki:
Tasavvuf geleneğinde tevhid anlayışı
farklı mertebelerde ele alınır. Bu mertebeler şöyle sıralanabilir:
Tevhid-i
Kusudi, kulun niyetinde ve amacında
tevhidi sağlamasıdır. Bu mertebede kul, bütün fiillerinde ve amellerinde sadece
Allah'ı gözetir ve O'na yönelir. Herhangi bir menfaat, gösteri veya başka bir
şeyi hedeflemez. Bu anlayış, amel ve niyet boyutunda tevhidin sağlanmasını
ifade eder.
Tevhid-i
Şuhudi, Müslüman’ın Allah'ın varlığını her
şeyde "şuhud" etmesi, yani idrak etmesidir. Bu mertebede kul,
Allah'ın tecellilerini yaratılmış her şeyde görür ve O'nun varlığının
yansımalarını fark eder. Ancak burada kulun gözünde yaratılmış olan varlıklar
da vardır, fakat onlar Allah'ın varlığının gölgesinde tecelli eder.
Tevhid-i
Vücudi, Vahdet-i Vücut anlayışının tam
karşılığıdır. Bu mertebede kul, Allah'tan başka hiçbir varlığın olmadığını
idrak eder. Yaratılmış olan her şey, aslında Allah'ın bir tezahürü ve
yansımasıdır. Kul, bu mertebede "ben"liğinden tamamen sıyrılır ve kendini
Allah'ın varlığında fani eder.
Bu üç mertebe, Müslüman’ın Allah'a
olan yolculuğunda adım adım ilerleyerek hakikati idrak etmesini sağlar.
Tevhid-i Kusudi niyet ve amel boyutunda başlar, Tevhid-i Şuhudi ile Allah'ın
tecellilerini görmekle devam eder ve Tevhid-i Vücudi ile mutlak hakikate
ulaşır.
Ve Fenafillah…
Vahdet-i Vücut düşüncesinde
"fenafillah" kavramı, kulun kendi varlığından vazgeçip tamamen Allah'ın
varlığında yok olması anlamına gelir. Bu mertebeye ulaşan bir Müslüman,
artık her şeyde Allah'ın tecellisini görür ve O’na gönülden teslim olur.
Vahdet-i
Vücûd’a Ayetlerden Deliller
“O’nun
dışında hiçbir şey yoktur. Her şey helak olacaktır; ancak O’nun zatı baki
kalacaktır.”
(Rahman, 26-27)
Bu ayeti
kerime, her şeyin Allah'ın varlığına dayalı olduğuna ve hakiki varlığın
yalnızca Allah’a ait olduğuna işaret eder.
“Nereye
dönerseniz dönün, Allah’ın veçhi oradadır.”
(Bakara, 115)
Bu ayeti
kerime ise, Allah'ın varlığının her yerde tecelli ettiğini ve tüm mahlûkatta
O’nun izlerinin bulunduğunu vurgular.
"O,
ilktir, sondur, zahirdir, batındır. O, her şeyi bilendir." (Hadid Suresi, 3. Ayet)
Bu ayeti kerime de, Allah’ın her
şeyin başlangıcı ve sonu olduğunu, hem açık (zahir) hem de gizli (batın)
olduğunu ifade eder.
"Nerede
olursanız olun, O sizinle beraberdir." (Hadid Suresi, 4. Ayet)
Görüldüğü üzere, Allah’ın her an,
her yerde var olduğunu ve O’ndan kaçış olmadığını vurgular.
"Allah
göklerin ve yerin nurudur." (Nur
Suresi, 35. Ayet)
Allah’ın bütün varlığın kaynağı ve
nuru olduğu ifade edilerek, her şeyin O’ndan varlık kazandığına işaret
edilir.
"Her
şey helak olup gidicidir; O’nun Zat'ı müstesna." (Kasas Suresi, 88. Ayet)
Bu ayette de yine, Allah dışında
hiçbir varlığın kalıcı olmadığını ve her şeyin faniliğini anlatır.
"Biz
ona şah damarından daha yakınız." (Kaf
Suresi, 16. Ayet)
Allah’ın
insana ne kadar yakın olduğu, her an O’nun tecellileriyle varlığını gösterdiği ifade edilir.
Unutulmamalı
ve zihnimize nakşedilmeli ki,
Vahdet-i
Vücûd, insanı kâinattaki ayrılık ve çokluk görünüşünden kurtararak, varlığın
özündeki birliği idrak etmeye yöneltir. Bu idrak hali, kişiyi derin bir tevazu
ve teslimiyetle donatır. Modern dünyanın getirdiği bölünmüşlüğün içinde,
Vahdet-i Vücûd bize hakikati, yani Allah’ı hatırlatır. Kâinat bir aynadır; bu
aynada görülen ise Allah'ın yüceliğidir. Bizlere düşen, o aynadaki hakikati
görebilmektir.
Her bir nefesimiz, her bir anımız, O’nun varlığına bir şahitliktir. Gözümüzü dünyevi perdelerden çekip O’nun hakikatine çevirdiğimizde, gerçek huzuru ve teslimiyeti bulabiliriz. İnşallah!
0 Yorumlar