Vahdet-i Vücud! - Murat Şah VURAL

Vahdet-i Vücud!

 

Vahdet-i Şuhud’a evvel söz verdik, amacımız ise Vahdet-i Vücud’a ulaşmaktı demiştik. Bugün Vahdet-i Vücûd’u ele almak istiyorum inşallah.

Nedir Vahdet-i Vücûd?

Vahdet-i Vücûd, kelime anlamıyla “varlıkta birlik” demektir. Gönülden söylenmiş tasavvufi bir terim olarak ise, Allah’tan başka hakiki varlık olmadığını ifade eder. İbn Arabi Hz.’nin sistemleştirip yaygınlaştırdığı bu anlayışa göre, kâinattaki tüm varlıklar, Allah'ın isimlerinin ve sıfatlarının birer tecellisidir. Gerçekte var olan yalnızca Allah'tır; mahlûkat ise O'nun varlığının birer yansıması, bir gölgesidir.

Bu muazzam anlayışı geliştirmek adına tevile başvurmadan direkt tefsir edecek olursak, tüm varlıkların özünde Allah'ın varlığından başka bir şey bulunmadığının savunulduğunu görürüz. Kâinatta ne varsa, Allah’ın isimleri ve sıfatlarının bir tezahürü, bir aynasıdır. Varlık, O’nun kudretiyle kaimdir; Allah’tan bağımsız bir varlık söz konusu değildir. İnsan, bu hakikati kavradığında, tüm varlığın aslında neyin, kimin ve nerenin yansıması olduğunu idrak eder!

Bir bakış açısı olarak anlam kazandığı meselde, anlamına bakarsak da: Vahdet-i Vücûd, derin bir idrak ve tevhid şuuru sunar. Bu noktada varlıklar, gölgedeki bir silüet gibi düşünülür. Gölge varlığın hakiki sahibi de Allah’tır. Bu anlayış, derin bir tevazu ve teslimiyet hali oluşturur. Kişi, ne kadar var gibi görünse de aslında kendi varlığının Allah'ın varlığına bağlı olduğunu anlar ve “ben” diyerek kendini öne çıkarmaktan vazgeçer! Bu, insanı kibirden arındıran, Allah'ın mutlak varlığının şuurunda yaşatan bir bakış açısıdır.

Tasvire dökecek olursak: Bir deniz düşünelim. Dalgaların, damlaların ve köpüklerin varlığı denizdendir. Her biri ayrı ayrı görünse de aslında denizden başka bir şey değildir. Varlıklar da Allah'ın denizi içinde bir dalga, bir köpük misali kaimdir. Gözle görülen her şey, O’nun varlığından bir işaret taşır.

Birkaç maddeyle faydacı bir temsile bakacak olursak:

1.      Her şeyde Allah’ın tecellisinin farkına varılır: Vahdet-i Vücûd, insanın kâinatta gördüğü her varlığın ardındaki ilahi hakikati görebilmesine olanak tanır. Bir çiçekte, bir kuşun cıvıltısında, bir çocuğun tebessümünde, üzerinde durup düşününce Allah'ın sanatının tecellisini görür.

2.      Nefsi terbiye eder: İnsan, hakiki varlığın yalnızca Allah olduğunu idrak ettiğinde, benliğindeki gurur, kibir ve bencillik gibi nâhoş hallerden arınır. Kendi varlığını bir hiçlik olarak görerek, Allah'ın varlığına teslim olur.

3.      Düzen ve vahdet bilinci kazandırır: Vahdet-i Vücûd, bölünmüş, ayrışık görünen her şeyi ilahi birliğin bir parçası olarak idrak etmeyi sağlar. Bu birlik bilinci, insana derin bir huzur ve tefekkür hali kazandırır.

 

Vahdet-i Vücutta Allah-Âlem İlişkisi

Tasavvufumuzda Allah ile âlem arasındaki ilişkiyi anlamak için "zâhir" ve "bâtin" kavramları önem taşır. Allah, hem âlemin bütün varlığında "zâhir"dir (açık ve görünür) hem de O'nun hakikati, mahlûkâtın idrakinin ötesinde "bâtın"dır (gizli ve soyut).

Vahdet-i Vücuda göre, Allah’ın isimleri ve sıfatları âlemde tezahür eder. Mesela, rahmetin yansıması "merhametli bir insan", cemalin yansıması "güzellik", kudretin yansıması ise "gücün" kendini göstermesidir. Ancak bu yansımalar, Allah’ın hakikati değil, O’nun tecellileridir. Dolayısıyla yaratılış, Allah'ın isim ve sıfatlarının bir aynası gibidir.

Bir Mertebe silsilesi vardır ki:

Tasavvuf geleneğinde tevhid anlayışı farklı mertebelerde ele alınır. Bu mertebeler şöyle sıralanabilir:

Tevhid-i Kusudi, kulun niyetinde ve amacında tevhidi sağlamasıdır. Bu mertebede kul, bütün fiillerinde ve amellerinde sadece Allah'ı gözetir ve O'na yönelir. Herhangi bir menfaat, gösteri veya başka bir şeyi hedeflemez. Bu anlayış, amel ve niyet boyutunda tevhidin sağlanmasını ifade eder.

Tevhid-i Şuhudi, Müslüman’ın Allah'ın varlığını her şeyde "şuhud" etmesi, yani idrak etmesidir. Bu mertebede kul, Allah'ın tecellilerini yaratılmış her şeyde görür ve O'nun varlığının yansımalarını fark eder. Ancak burada kulun gözünde yaratılmış olan varlıklar da vardır, fakat onlar Allah'ın varlığının gölgesinde tecelli eder.

Tevhid-i Vücudi, Vahdet-i Vücut anlayışının tam karşılığıdır. Bu mertebede kul, Allah'tan başka hiçbir varlığın olmadığını idrak eder. Yaratılmış olan her şey, aslında Allah'ın bir tezahürü ve yansımasıdır. Kul, bu mertebede "ben"liğinden tamamen sıyrılır ve kendini Allah'ın varlığında fani eder.

Bu üç mertebe, Müslüman’ın Allah'a olan yolculuğunda adım adım ilerleyerek hakikati idrak etmesini sağlar. Tevhid-i Kusudi niyet ve amel boyutunda başlar, Tevhid-i Şuhudi ile Allah'ın tecellilerini görmekle devam eder ve Tevhid-i Vücudi ile mutlak hakikate ulaşır.

Ve Fenafillah…

Vahdet-i Vücut düşüncesinde "fenafillah" kavramı, kulun kendi varlığından vazgeçip tamamen Allah'ın varlığında yok olması anlamına gelir. Bu mertebeye ulaşan bir Müslüman, artık her şeyde Allah'ın tecellisini görür ve O’na gönülden teslim olur.

 

Vahdet-i Vücûd’a Ayetlerden Deliller

“O’nun dışında hiçbir şey yoktur. Her şey helak olacaktır; ancak O’nun zatı baki kalacaktır.”
(Rahman, 26-27)

Bu ayeti kerime, her şeyin Allah'ın varlığına dayalı olduğuna ve hakiki varlığın yalnızca Allah’a ait olduğuna işaret eder.

“Nereye dönerseniz dönün, Allah’ın veçhi oradadır.”
(Bakara, 115)

Bu ayeti kerime ise, Allah'ın varlığının her yerde tecelli ettiğini ve tüm mahlûkatta O’nun izlerinin bulunduğunu vurgular.

"O, ilktir, sondur, zahirdir, batındır. O, her şeyi bilendir." (Hadid Suresi, 3. Ayet)

Bu ayeti kerime de, Allah’ın her şeyin başlangıcı ve sonu olduğunu, hem açık (zahir) hem de gizli (batın) olduğunu ifade eder.

"Nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir." (Hadid Suresi, 4. Ayet)

Görüldüğü üzere, Allah’ın her an, her yerde var olduğunu ve O’ndan kaçış olmadığını vurgular.

"Allah göklerin ve yerin nurudur." (Nur Suresi, 35. Ayet)

Allah’ın bütün varlığın kaynağı ve nuru olduğu ifade edilerek, her şeyin O’ndan varlık kazandığına işaret edilir.

"Her şey helak olup gidicidir; O’nun Zat'ı müstesna." (Kasas Suresi, 88. Ayet)

Bu ayette de yine, Allah dışında hiçbir varlığın kalıcı olmadığını ve her şeyin faniliğini anlatır.

"Biz ona şah damarından daha yakınız." (Kaf Suresi, 16. Ayet)

Allah’ın insana ne kadar yakın olduğu, her an O’nun tecellileriyle varlığını gösterdiği ifade edilir.

 

Unutulmamalı ve zihnimize nakşedilmeli ki,

Vahdet-i Vücûd, insanı kâinattaki ayrılık ve çokluk görünüşünden kurtararak, varlığın özündeki birliği idrak etmeye yöneltir. Bu idrak hali, kişiyi derin bir tevazu ve teslimiyetle donatır. Modern dünyanın getirdiği bölünmüşlüğün içinde, Vahdet-i Vücûd bize hakikati, yani Allah’ı hatırlatır. Kâinat bir aynadır; bu aynada görülen ise Allah'ın yüceliğidir. Bizlere düşen, o aynadaki hakikati görebilmektir.

Her bir nefesimiz, her bir anımız, O’nun varlığına bir şahitliktir. Gözümüzü dünyevi perdelerden çekip O’nun hakikatine çevirdiğimizde, gerçek huzuru ve teslimiyeti bulabiliriz. İnşallah!

 

 

Yorum Gönder

0 Yorumlar