18.10
Dünya gözüyle bakakalmak
Bâki olmayan yerlerde böyle heyhatların
Boşa yükselişlerin yaşamak denen cehennemde
Bir manası yoktur.
Öyleyse öğrenmek gerekir ki
Gözlerin çarptığı kifayetsiz bedenler
Elbet o son anı beklemektedir
Öyle sanarlar ki gözlere çarpar kendileri
Okumak gibi, su gibi.
Yaşadın, en ala mehtap pıhtılarını kendine çarparak
Dudağında inmek bilmeyen gülümsemelerle ömrünce
İşte böylesi anlarda
kanat çırparak
Yok olan kelebek, ne de uzun yaşadı.
Haddini bilen papatyalar ne demetli kaldı
Kelebek gitti, papatyalar da
Yalnız ayna kaldı geride
Böyle anlarda, aynalar tek yüzü fotoğraflar
Fotoğraflar,
Cinnet halini resmederken
Yalnızlığı tafralayan şairler
Ne de nankördü!
Ağaçlardan gücünü alan bir ipin
Aranan hikayesinde
Ömür denen iki hırıltı ve inatla
İki hece
kelimelerin boğuşmalarına tanıklık eden
Banklar, şahit olur raporlara
Gözsüzlerin görmesi daha yücedir
hissetmek perçemine sarılan
yegane umut sahipleri
Vakur bir ezelin ozana
Dil döktüren ağıtıdır bu
Herkes bilir der acemiler
Hasrete acı veren günü
Gezerler halvetli havada
Kış çökünce titrek bedenler
Birbirine ırak geçen mevsimler
Günlerin gönlünde kıpırtı
Hep o yönde kalan
Gölgelerin aruzu
Zamanı gelmedi mi?
Gidip bakmanın
Yetişmenin, koşarken mısraya
iki gün değildir geçen
Yaşayan kelebek kalmadı.
İçimdekileri de say şimdi yerinden
Ağaçta sallanan şiirlerin şairleri
Bir yaprak cürmüyle yere düştüler
Oturmak gerek böylesi manzarada
Seyre dalarken ömrün serencamını
Bir kavga, yahut aşkın sineması
Elbet kavuşur bir gün
Tırmanan dallarda eriyen şairler
Altında altına benzeyen ayın
Başaklar altında hisli gölgesi
Saklar nidaların o bercestesini
O berceste ki,
Vardır içinde efendiler efendisi
Yaşamak elemini sırlayan
Bir işe yaramayan mısraların
Sesi..
O ses işte dedim bugün
Titrek ve pusmuş bedeniyle
Aranandır.
Bazıları doğmazmış
Kollarında gövdesi
Bir gözyaşı ki,
hiçbir kuşun yoktur böylesi isyanı
Dirilmek, ölmek, uyanmak, yenilmek,
yenilenmek, yenil, en, mek
O inatla yalnızlığıma yalnız kalan
Fikom da gitti...
Günlerin doğması anlamını yitirdi
Fiko öldü.
Şair doğsam ne olur?
Şiirlerin kanat çırpışları onunla şenlenirdi.
Gecelerin hudutsuz gölgesinde şimdi kara göründü.
Fikom, dinlenmek gerekirdi
Dönmemek üzere gitti.
Bu ölümün kederler üzerinde bıraktığı
duvarlara sızan konuşması kaldı
Acımasızdı hayat
Fikom öldü.
Onsuz mısralar olmasın ne yazar?
O baksaydı yine binlerce şiir ederdi
Bedelsiz şiir
kalmadı
''Olmasa da olur!' tefrik mısraların yalanı.
Benden bu kadar
Unutmak kusurunu nimet saymayacağım
Kan bürüyen gözlerimi
Kalemime ordu gibi cehde davetlerim de
kalmadı
Varsın bende toplansın bütün sahte kimlikleriniz
Yaşamak, var olmak ve yok olmak
gibidir!
Vakitsiz mekanlarda mevsimsiz uyandık
'bir günlük öldürün beni' diyen mısralar
Haksızlığa nezaketen fiyekalıydı
Evimdeki yangın, beynime sıçradı
Av olmak hududunda nöbet tutan
Cemiyetlerde birbirine hoyratça gülümseyen
o nankör tablolarda
hiç olmadım!
Huzursuz olduğum bağışlanmış kölelerle
hiç nefes almadım!
Adım şah,
bugün
yüz bini yüzerek yüzmeyi öğrendim
Bir ben'in hikayesini
karşısındaki hikayeye
yazılmaz kalemle kağıda
Kaset raporlarında hışırtıyla
haykırdım.
Sayfa aralarındaydım
yok oldum
iyi ki.
0 Yorumlar