Bir toplumun açık yüzü olan insanı, yapmış olduğu tercihleriyle birçok olguyu da beraberinde getirmektedir.Baktığımızda tüm çalışmaların yapısal olarak özellikleri insanoğluna hizmet etmek içindir.Açımızı değiştirip o toplumun başkanına baktığımızda da onun da görevi yine aynıdır.Yani içerisinden lider çıktığı topluma hizmet etmektir görevi.
Ele almak istediğim konu cumhuriyet sonrası Türk milleti ve tercihleridir.Öncelikle belirtmek isterim ki Osmanlı’nın sona ermesini hisseden Sultan Vahideddin’in sırf milleti bölünmesin diye yurtdışına ‘gittiği’ ve kaçmadığı gerçeğidir. Bunu Atatürk’ün kaynaklarından alıyoruz.
-Yıl 1926.Nakleden ise Vahideddin’in ablası Mediha Sultan’ın torunu Fethi Sami Baltalimanlı.Fethi Sami Bey’in sözlerini nakleden ise Hamdullah Suphi Tanrıöver’dir.
-Sultan Vahideddin’in vefat ettiği Ankara’ya bir telgraf ile ulaşır.Ardından bu telgraftaki haber hemen Atatürk’e ulaştırılır.Atatürk haberi işitince ‘’Çok namuslu bir adam öldü’’ deyip ekler: ‘’İsteseydi Topkapı’nın bütün cevahirini götürür ve öyle bir ordu kurup dönerdi ki…’’
Burada bizim almamız gereken mesaj ise şudur:Tıpkı Milli Mücadele lideri olarak Atatürk’ü seçen Vahideddin, bahsedildiği gibi bir ‘hain’ değil, büyük bir liderdir.Çünkü Atatürk’ün karşısına lider olarak çıkarılan Nuri Paşa, Atatürk’ten daha fazla onay almıştır.Lakin Sultan Vahideddin, Atatürk’e ‘’Paşa, paşa, devleti kurtarabilirsin!’’ müjdesi ile onu lider seçmiştir.
Atatürk de arkasına aldığı milleti ile çalışmalara başlamıştır.Bütün milleti mutlu etmek dileğiyle ilan edilen cumhuriyet, dini ön plana alanlar için pek de öyle olmamıştır.Çünkü bir söz vardır ki onları derinden yaralayan:’’Türkiye cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz!’’
Oysa Diyanet
İşleri Başkanlığı, Büyük Türk Milliyetçisi Ziya Gökalp’in önerisiyle,
Atatürk’ün Maturidilik ve Hanefilik esaslarına göre oluşturduğu bir kurum olup
Atatürk laikliğinin en önemli bileşenlerinden biridir.
“Gökalp’in dinde savunduğu laiklik fikrini Atatürk aynen kabullenmiştir.
Gökalp’e göre, şeyhülislâmın vazifesi iman ve ibadet işleriyle uğraşmak
olmalıdır. Medreseler de İlahiyat Fakültesi’ne katılmalı ve skolastik din
öğretimine son verilmelidir. Atatürk’ün şeyhülislâmlık kurumu yerine Diyanet
İşleri Başkanlığı’nı kurması ve medreseleri kapatması, Gökalp’in gösterdiği
yolda gerçekleştirilmiş hareketlerdir.” (Doç.Dr. Selami Kılıç).
Atatürk,
Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurarken çevresindekilerle tartışmıştı.
“Böyle bir kurum, laiklik uygulamasının beşiği olan Fransa’da ve diğer batılı
ülkelerde yok” diyenlere “Peki, Sultanahmet Camii imamının maaşını
kim verecek?” diye sormuş, cevabını da kendisi vermişti: “Biz
vereceğiz çocuk, biz... Bizde onların kiliseleri gibi varlıklı kurumlar yok.
Din adamlarını cemaatin eline baktıramayız.”
Ve şimdi daha derin bir konu olan Kur’anı tefsir ettirme çalışmalarına
bakalım… (KAYNAK: https://belgelerlegercektarih.com/2012/08/18/ataturk-elmalili-hamdi-yazira-kuran-tefsir-ettirdi-yalani/)
Bir görüş var ki şöyle diyor: ‘’Aslında Atatürk’ün İslam’a hizmet edip etmediğini onun inkılaplarında görmek mümkün… Ezan’dan ‘Allah’ ismini çıkaran, Nutuk’ta, ‘’Müslümanlığı bir yana bırakalım’’ diyen, ‘’Oku!’’ ayetine ‘’safsata’’ diyen, ayet okunduğunu sandığı halde bir söze ‘’hezeyan’’ diyen birisinin neye hizmet ettiği ortadadır.
Sinan Meydan, Elmalılı Tefsirini ve Buhari-i Şerif’i M. Kemal Atatürk’ün tercüme ettirdiğini ve hatta parasını cebinden verdiğini iddia ediyor. Bu iddia o derece yalan ki, Kurtuluş Savaşı’nda parasızlıktan yakınan M. Kemal’in bu parayı nereden bulduğunu sorma ihtiyacı bile hissetmiyoruz.Bırakın M. Kemal Atatürk’ün Elmalılı Tefsiri ve Buhari-i Şerif’i tercüme ettirmesini, takrirde ismi bile geçmiyor.
Bu takrirden sonra Diyanet Işleri Reisliği, Meclis’in tahsisatına binaen Kur’an-ı Kerim’in Türkçe’ye çevrilmesi işini Mehmed Akif’e, tefsir kısmının yazımını Elmalılı Hamdi Yazır’a ve Buhari-i Şerif’in tercümesi işini de Babanzade Ahmed Naim’e havale etmiş, bazı siyasi saiklerle Mehmed Akif aldığı ücreti iade edince, ister istemez bu vazife de Elmalılı’nın üzerine kalmış, o da 1926’dan itibaren bu vazifeyi kemal-i itina ile yerine getirmeye başlamıştır. 1934’de Babanzade’nin vefatı dolayısıyla, Buhari’nin tercümesini ikmal etmek vazifesi Kamil Miras’a verilmiştir.
Mukavele gereği tercüme için Mehmed Akif Ersoy’a 6000 TL, Elmalılı Hamdi Yazır’a da 6000 TL verilecektir. Her ikisine de 1000‘er lira avans verilir.
Araştırmacı yazar Übeydullah Kısacık’ın
”Bir Istiklâl Aşığı Mehmed Akif” kitabından naklen 10 Ekim 1925 tarihini
taşıyan orijinal belge. Diyanet Işleri Başkanlığı’nca, Mehmed Akif ve Elmalılı
Hamdi Yazır’a, hizmetlerine karşılık biner lirası peşin olmak üzere 6 bin lira
ödeme yapılacağına dair Beyoğlu 4. Noteri’nde yapılan sözleşme. Sözleşmede
Mehmed Akif ve Elmalılı Hamdi Yazır’ın yanı sıra Diyanet Işleri Riyaseti adına
Aksekili Ahmed Hamdi Efendi’nin imzaları bulunuyor. Hani M. Kemal Atatürk parayı cebinden vermişti?
Elmalılı Hamdi Yazır ise, hem çeviri, hem de tefsir kısmını deruhte
etmek suretiyle üzerine düşen vazifeyi yerine getirmiş ve nitekim eser de
1935-1938 yılları arasında yayınlanmıştır. Ancak Elmalılı’nın meydana getirdiği
bu eserin bilhassa çeviri kısmı, beklenenin tam aksine çıkmıştır. Elmalılı’nın
Türkçesini takdir yetkisi olanların da teyid edecekleri üzere, kendisinin
çeviri kısmında kullandığı Türkçe ile, diğer kısımlarda kullandığı Türkçe
birbirinden farklıdır ve bunun nedeni de Akif’in gerekçesiyle aynıdır. Çünkü
diğer yazılarında yok denecek kadar devrik cümleler kurmuş, adeta okuyuşu
kolaylaştıracak unsurlara riayet etmekten alabildiğine kaçınmıştır. Nitekim
çevirisindeki sözdizimini ve sözcük seçimlerini tedkik edecek olanlar, bu
tesbitimizi teyid edecek bir neticeyle karşılaşacaklardır.
Elmalılı Hamdi Yazır ve Mehmed Akif Ersoy, M. Kemal Atatürk’ün bu tercümeleri Türkçe ibadete alet edeceğini fark etmişler ve haklı olarak bunun önüne geçmek istemişlerdir. Neticede Mehmed Akif meali teslim etmeyi reddetmiş ve Elmalılı Hamdi ise Türkçe ibadet projesini engellemek maksadıyla mealde kulağa hoş gelmeyecek şekilde devrik cümleler kurmuştur.
Diğer bir görüş ise şöyle:
(KAYNAK: http://www.yenimesaj.com.tr/ataturk-kuran-i-kerim-asigiydi-H1283059.htm)
Atatürk, İslam dininin temel kaynağı
olan Kur'an-ı Kerim'e büyük önem vermiştir. İlk Kur'an kültürünü ailesinden,
soyu Şems-i Tebrizi'ye dayanan annesi Molla Zübeyde Hanım'dan almıştır. Zübeyde
Hanım, oğlu Mustafa Kemal'e çok küçük yaşlarda Kur'an öğretmiştir ve eve
çağırdığı hafızlar sayesinde öğrettirmiştir.
Atatürk, Kur'an metninin yazılı olduğu 'mushafa'
daima saygı göstermiştir.Ayrıca Atatürk'ü tanıyanlar, onun
kütüphanesinde Arapça ve Türkçe tefsirli Kur'an'lar bulunduğunu
söylemektedirler. Örneğin, 1921 yılında Atatürk'le görüşen Ruşen Eşref,
Atatürk'ün yazı odasında kitap dolabının üstünde bir Kur'an-ı Kerim görmüştür. Ayrıca
Ferit Tan, "Atatürk'ün masasında dikkatle Kur'an-ı Kerim okuduğunu
gördüm" demiştir.
Ve şimdi de İsmet İnönü’nün
Atatürk’ün naşının kaldırılmasından hemen sonra onun resminin bulunduğu
paraları kaldırtıp yerine kendi resminin olduğu paraları kullandırtmaya
başlamasını konuşalım…
İsmet İnönü'nün Cumhurbaşkanlığı görevini
yürüttüğü ve CHP'nin tek parti olarak iktidarda kaldığı yıllar Cumhuriyet
tarihinin oldukça ilginç olaylarına sahne olmuştur. Ancak bunlar arasında belki
de en önemlisi Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün hatırasına karşı
yürütülen politikadır. Atatürk'ün vefatının ardından Cumhurbaşkanı olan İsmet
İnönü ilk iş olarak yasada yer alan boşluğu kullanarak kağıt banknotların
üzerine kendi resminin basılmasına karar verdirmiştir.
1926 yılında çıkarılan yasada “50, 100, 500,
1000 liralık banknotlarda Reis-i Cumhur hazretlerinin resmi bulunacaktır”
şeklinde bir hüküm yer almıştı. 1938 yılına kadar Atatürk'ün resmiyle çıkan
banknotlar onun ölümünün ardından da bir süre aynı şekilde çıkmıştır. İnönü bu
uygulamayı 1926'da yapılan düzenlemeyi kullanarak yapmıştır. Kendi resmini
taşıyan paralar basıldıktan sonra da Atatürk'ün resmi olan paralar piyasadan
toplatılmış ve 1940'lı yıllarda bunlar imha edilmiştir. Böylece İnönü kendisinin
devrinin başladığını herkese duyurmuş oluyordu.
Tarihimizin saklı kalan bir gerçeği de İnönü
döneminde Atatürk heykellerinin kaldırılması olmuştur. İsmet İnönü başa
geldiğinde yaptığı ilk icraatlardan birisi de Dolmabahçe Sarayı'nda bulunan
Atatürk heykelini kaldırmak olmuştur. Atatürk'ün ölümünden 8 gün sonra
Dolmabahçe Sarayı'ndaki heykeli hamallarca taşınarak kaldırılmıştır.Bu işlem
için devlet 25 lira 80 kuruş ödeme yapmıştır. Atatürk'ün naaşı kaldırılmadan
heykelinin Dolmabahçe Sarayı'ndan kaldırılması ise Atasını son kez ziyarete
gelen İstanbullular arasında büyük üzüntüye sebep olmuştur.
Ve bir de şu yönü var ki…
1950'li yıllarda CHP'nin Antalya
milletvekili Niyazi Aksu'nun CHP kongresinde ücretsiz dağıttığı bir kitapta
Atatürk için “içki masasında emir veren, içki alemleri yapan biri” olarak
tanımlama yapılırken, İnönü için ise yüceltici sıfatlar kullanılmıştır. Olayın
basın tarafından duyulması üzerine İsmet İnönü ve CHP ağır tenkitlere
uğramıştır.
SORUYORUZ, KİME İNANALIM?
0 Yorumlar