Yaklaşık on gündür dedemin rahatsızlığından dolayı hastanede zaman geçiriyorum. Bu zaman diliminde, dedemin oda arkadaşıyla da sohbet etme imkanım oldu. Amcamızın bir Trakyalı olduğunu öğrendikten sonra konuşma tarzıyla da beni süregelen bir düşünmeye soktu. Acaba Batı Trakya’yı nasıl kaybetmiştik? Bu insanlar neden dibimizdeki yerden çok uzakmış gibi bahsediyordu? Yurtdışı mıydı orası? Nasıl da uzaklaştırmışlar bizi, bizden…
Malumunuz,
bir tarih kitabı okuduğunuzda bir gerçeği fark edersiniz.. İnsanlık tarihine
baktığınızda, bazen kaybettiğimiz şeyler, yıllar sonra hatırlanıp, nasıl bir
kayıp olduğunu fark ettiğimiz anlar haline gelir. Birçok toprak parçası, bazen
askerî, bazen de siyasal hatalar yüzünden kaybedilir. Ancak kaybolan
topraklar, sadece haritada kaybolan bir şekil midir? Yoksa kaybolan bir halkın
ve onların haklarının da kaybolması mı demektir? Bugün Osmanlı’nın, yani bizim,
topraklarımızdan biri olan Batı Trakya'nın kaybı üzerine konuşalım istiyorum.
Çünkü bu kayıp sadece coğrafi bir kayıp değil, Türk milletinin geleceğini
etkileyen bir sorumluluğun da unutulmuş olmasıdır.
Osmanlı’nın
varisi olan bizler, bu topraklardan da sorumlu olduğumuzu unutmamalıyız. Ne
yazık ki, Batı Trakya'daki Türklerin haklarını savunmak ve onları yalnız
bırakmamak konusunda zamanında gerekli adımlar atılmadı. Ancak bu eksiklik,
sadece hatalı bir politika sonucu değil, aynı zamanda devletin içindeki yanlış
yönlendirmelerin, dışarıya karşı etkili ve güçlü bir temsil yapamamanın da
bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Batı Trakya'da yaşayan soydaşlarımız,
Lozan'dan sonra kaderlerine terk edildi. Bunda yalnızca dış politikamızdaki
eksikliklerin değil, aynı zamanda halkın içinde bulunduğu psikolojik durumun da
etkisi vardı. Bugün yaşadığımız travmaların, geçmişteki yanlış kararlarla
derinleştiğini görmek çok zor olmuyor. Devlet, oradaki halkı duymuyor, ilgisiz
kalıyordu. Sanki orası bize ait değilmiş gibi davranılıyordu. İşte, Sovyet
örneğini de önümüze koyalım, halkına kulak tıkamış devletlerin sonunu…
Ve Lozan
Antlaşması'nın da imzalanmasıyla birlikte Batı Trakya'nın Yunanistan’a
bırakılması, Türkiye’nin dış politikada yaptığı büyük bir hata olarak
görülmektedir. Üstad Kadir Mısıroğlu'nun "Lozan Zafer mi Hezimet mi?"
kitabında yer alan bu mevzuu, konuyu çok net bir şekilde özetlemektedir:
"Lozan'da
Türk milletinin hakları savunulmadığı gibi, Batı Trakya'daki soydaşlarımızın
geleceği de hiçe sayılmıştır. Bu topraklarda yaşayan Türklerin kaderi, bir
anlaşma masasında göz ardı edilmiş ve Türk milletinin şanlı geçmişine
yakışmayan bir biçimde yalnız bırakılmışlardır. İsmet İnönü ve arkadaşları,
Batı Trakya'dan Türklerin varlığını silme noktasına gelen Yunan hükümeti
karşısında, ne yazık ki gerekli diplomatik mücadelenin gereğini yerine
getirememiştir. Sonuç olarak, Batı Trakya kaybedilmiş ve Türk milleti, kendi
evlatlarına, kendi soydaşlarına karşı sorumluluğunu yerine getiremeyen bir
devletle karşı karşıya kalmıştır." (Kadir Mısıroğlu, Lozan Zafer mi
Hezimet mi?)
Bunu dile
getirmek gerekirse, tarihsel olarak bu kayıpların sadece askeri bir mağlubiyet
değil, aynı zamanda Türk milletinin sorumluluk bilincini kaybetmesinin bir
sonucu olduğunu söyleyebiliriz. Geçmişte Batı Trakya'da Türklerin varlığı,
yalnızca bu toprakları sahiplenen bir toplum olarak değil, aynı zamanda onlara
vefa gösteren bir milletin sorumluluğuydu. Ancak, bugüne kadar devam eden bu
sorumluluğu taşıyamadık ve Batı Trakya, Yunanistan’a bırakılmakla kalmadı,
orada yaşayan soydaşlarımızın birçoğu kültürel, dini ve dilsel olarak yalnız
bırakıldılar… ( Bin tane isimle örnek verebiliriz..)
Batı
Trakya’yı kaybetmemiz, basit (zaten hiçbiri basit olamaz ama) bir toprak kaybı değil, aynı zamanda bir halkın
kaderine kayıtsız kalmanın da bir örneğiydi. Devletin o dönemdeki yanlış
politikalardan ötürü Batı Trakya'daki Türklerin, kendi kültürlerini ve
kimliklerini koruyabilme imkanları daraldı. Bu, ne yazık ki Batı Trakya’nın
kaybını telafi etmenin ne kadar zor olduğunu gösteriyor. O günden sonra
bölgedeki soydaşlarımız, yalnızca coğrafi olarak kaybedilmekle kalmadılar; aynı
zamanda kültürel ve sosyal anlamda da bir boşlukla karşı karşıya kaldılar.
Ancak bu
yazıyı yazarken, sadece geçmişe bakıp karalar bağlamakla kalmak değil, geleceğe
dair umutlu olmak gerektiğini de düşünüyorum. Batı Trakya’nın kaybını bir
hatadan çok, hataların devam ettirilmesi olarak görmek gerekir. O dönemki
liderlerin yanlışlıkları, bugün bile bizim üzerimizdeki etkisini sürdürüyor.
Fakat bugün Türk milleti olarak sorumluluğumuzu bilerek, bu kayıpları telafi
etme noktasında daha dikkatli olmamız, başkalarının acıları üzerinden kendimizi
düzeltmeye yönelik bir yol çizmeye başlamamız gerektiğini unutmamalıyız.
Batı
Trakya'nın kaybı, yalnızca bir zamanlar kaybettiğimiz topraklarla ilgili bir
hikaye değil, aynı zamanda unutulan sorumluluklarımızın bir göstergesi. Bu
kaybı, Türk milletinin geleceği için bir ders olarak almak, gelecekte benzer
hataları yapmamak için akılcı bir adım atmak gerektiğini unutmamalıyız. Bu
sorumluluğu taşımak, yalnızca Batı Trakya'da yaşayan soydaşlarımız için değil,
tüm Türk milleti için anlamlı olacaktır.
Kalın Sağlıcakla...
0 Yorumlar