Dört duvar arasında geçen binlerce yılın ardından yazılan birkaç mısra gibi aktarmak istediğim birtakım söylevler arasına sıkıştırmak istediklerimi dile getirme vakti gelmişti. Vakti geleni vaktinde nakledebilmek gerekir diye düşündüğümden öyle bin yıl bekleyecek değilim. Hemen aktaracağım. İyi okumalar dilerim efendim. Aşırı samimi bloğuma hoş geldiniz tekrardan : )
İnsanoğlu var olduğu günden bu yana gerçek manada kendini hep bir tekamülün eşiğinde görmüş. Rezidansta yaşayan Asuman için de; Anadolu’nun bir köyündeki Ahmet için de bu böyle olmuş. Ve ne yazık ki hiç kimse tam manasıyla erişmek istediğine erişemeden yaşantısı sonlanmış. Bu sonlanan yaşantılarının ardına sıkıştırılan işlemlerine de ömrü süslemek adına hemen peşlerine süslü cümleler sıkıştırılır, olmasa da olur nizamına hemen geçilmek için insanların toplandığı birkaç tören düzenlenir ve her şey biter. İnsan, olmadan ölür yani.
Atasözlerimizin muntazam yerleri özellikle günümüz toplumunda yerini kaybeder gibi olsa da insanın var olduğu her alanda bence kullanılmalıdır. (Tabii argo ve küfür ile nakledilen realist bakış açısı hariç : ) )
‘Tarih tekerrürden ibarettir.’ Bu sözü ilk kullanan kimse asli unsurda ekberî mucittir. Elleri öpülmelidir. Ve evet sen değerli okuyucum, bugün kendin için kurduğun cümlelerin her birini zamanında başkaları da kendileri için kurmuştu. Dünya denen bu gezegende nasıl ki güneş batıp yeniden doğuyorsa senin gibiler de battı ve yeniden doğdu, sen de batınca senin gibi yaşayacak olan senin gibi düşünen ve sana benzeyen yeni insanlar meydana gelecekler. Bugünkü gündemimizde ne varsa, kendi döneminde değerlendirildiğinde her şey binlerce kez tekrar tekrar karşımıza çıkmışlar. Biraz daha samimi konuşayım sana, bugün gördüğün her olay ve yaşam aslında sana ait değil, dünyada bir iz bıraktığın falan da yok : ) Dünya denen bu yolculuğa geldik, penceresinden ne görebilirsek ve heybemizi neyle doldurabilirsek o kadar işte. Sonra o heybe de boşalacak, anadan üryan bir biçimde dünyamızı değişeceğiz. Bugün mutlu olduğun, hüzünlendiğin, kederlendiğin ya da bu nasıl başıma gelir dediğin her şey, aslında ilk kez senin yaşadığın şeyler değil. Sen iradesi olan bir figüransın.
Geri kalmış ve muasır medeniyetler seviyesine(bence Asr-ı Saadet bu seviyedir) ulaşamamış her toplumda görülmektedir ki siyaset her an hayatın içerisindedir. Canım ülkemiz için de öyle. Aklınıza Cumhuriyet sonrası herhangi bir isim getirin, size hemen bugünkü yaşayan örneğini sunabilirim. Siyasetten geçip edebiyata gelirsek, size fikir düzlemini eşitleyen binlerce eser sunabilirim. Estetikte yine öyle. Mimaride de öyle.
Sadece atladığımız bir şey var. Herkes, bir daha gelemeyecek ve yapabileceği her şeyi(!) yapıp hayatı sona ermiş kişileri övmekte mahirdir. Çünkü onu övse de yerse de bir daha gelemeyeceği için herhangi bir problem yahut da rakip olarak görebileceği bir şahsiyeti kalmamıştır artık. Geçtiğimiz gün zalim bir adam övülüyordu arkadaşlarımla çay içerken. Çünkü bir daha zulmedemeyecek bunu herkes biliyordu. Yahut kendisine dokunmayacağından emindi. İşte dünya hayatı bundan ibarettir. Kimi övüyorsunuz? Mimar Sinan’ı mı? Bir daha gelemeyecek değil mi, pek ala, o günkü toplumunda Mimar Sinan’ı konuşalım mı? Ya da bugünkü sağlam eserler yapan kaç tane mimar tanıyorsunuz? Fatih Sultan Mehmet Hazretleri dahi yaşadığı toplumda halkın bir kesimi tarafından sevilmiyordu, bunu biliyor muydunuz? : ) (Sebepleri belli, sürekli savaş, bundan dolayı sürekli hazır asker, sürekli vergi, sürekli hareket… )
İnsanoğlu nankördür. Ayetlerle de sabittir. Yani Allah dahi yarattığı kulunu bazı yerlerde böyle zikrediyor. Bu sıfatla tanımak lazım. Davranışlarımızı şekillendirirken, buna göre kalıba sokmak lazım. Rosenhan Deneyi diye bir şey var, bilmeyenlerimiz hemen araştırsınlar lütfen.
İşte bence hepimiz bu deneyin içerisindeyiz. Bir farkla. Etrafımızda delilerle dolu bir ortam var. Ve biz de kendimizi deli numarası yaparak bu ortama soktuğumuzu zannediyoruz. Davranışlarınızı anlamlı kılmaya başladığınız andan itibaren iyi bir oyuncu oluyorsunuz işte. Söyleyin, günümüz toplumunda kim kendi davranışını anlamlı kılmaya çalışmıyor? Zaten böyle bir çabası olmayanlar hemen dışlanır, oyundan atılır. Düşünülemez, düşünülmesi teklif dahi edilemez. : )
Hayatı cehenneme çevirmekten başka yaptığınız bir şey yok, maalesef. Bırakın, tekerrür edecek zaten. Sizin gibiler de gelecek sakın şüphe etmeyin. Bunu bir tez olarak sunabilirim hatta. Bilgi düzeyi bu denli samimi olmasa da elbet birilerine dokunacaktır.
Öyle sanıyorum ki, iz bırakmak istiyorsanız, insanları bir yerlere taşımalısınız. Ve sadece İslam’ın değil, neredeyse tüm dinlerin ortak öğretisi olan iyilik erdemine kavuşmalısınız. Korkmayın, çevrenizdeki insanlar başarılı olunca siz geri kaldım diye hüzünlenmezsiniz. Çevrenizin ortalamasısınız sonuçta. Geçici olan bu çevrenizin : ) . Kelebek etkisidir bu, ufacık bir adım, binleri milyonları harekete geçirebilir.
Ontolojik sorgulamaları bir nebze olsun bastırmak için bu yazının giriş kısmını birkaç kez okumanızı tavsiye edebilirim. Gelip geçici olduğumuzu ve yaşanılan her duygu ve birikimin de sonlanacağını hatırlatmak isterim. İlk defa sizin de yaşamadığınızı hatta.. Düşünsenize, Süleyman peygamberin kudretinin hepsi var sizde. Ama öldünüz. : ) İnsanların da ardınızdan yapabilecekleri bir toprak atmak bir de rahmet okumak. E hiçbirimiz Süleyman peygamber de olmadığımıza göre, bu kadar şüphelenecek, bu kadar pesimist yaşanacak hiçbir şey yoktur ortada. E bizim gibiler de gelecek ardımızdan. Unutmayalım..
‘’Yahu olur mu, ben çok bilgiliyim; o kadar çalışma yaptım, bunları tamamlamam lazım!’’ Diyerek endişelenen kıymetli okuyucum, biliyorsun ki bilgi ve birikim herhangi bir kula yetseydi iblise yeterdi. Demek ki bazı hareketlenmelere de ihtiyaç var. Yahut çok zengin, yatları katları olan okuyucum (Senin burada ne işin var?), deprem olduğunda hiçbir şeyin kalmayabilir. Madde planındaki her şey için de geçerli bu. E mânen var olanlar zaten gelip geçici..
Bu yazının son sözü de şu olmalı: Bazı tercihlerin geri dönüşü yoktur.!
Haydi kalın sağlıcakla.
0 Yorumlar