Bugün yok olmak istemek, olamamak! Üzere biraz konuşalım
istiyorum…
Hepimiz bir noktada, hayatın anlamını sorgulamışızdır.
"Bize ne oluyorsa bu dünyada neden oluyordur?" ya da "Neden
varız?" gibi sorular kafamızı kurcalar. Birçok düşünür de, bu tür
sorulara farklı cevaplar vermiştir ama Sartre, varlık, özgürlük ve hiçlik
üzerine yaptığı derin düşüncelerle bu soruları bir başka boyuta taşır.
Sartre’ın varlık ve hiçlik üzerine geliştirdiği felsefe, günümüzün insanının
(özellikle veteran öncesi insanın) içsel dünyasına ve toplumla kurduğu
ilişkilere dair keskin, çelişkili ve çok katmanlı bir bakış açısı sunar.
Sartre, insanların varlıklarını nasıl algıladıklarına ve hiçlik ile nasıl bir
ilişki kurduklarına dair bir çerçeve çizerken, hayatın anlamını arayışın sadece
kişisel bir mesele olmadığını, aynı zamanda toplumsal bir sorumluluk olduğunu
da vurgular. Bu yazıda, Sartre’ın "Varlık ve Hiçlik" felsefesini daha
derinlemesine inceleyecek ve varlık ile hiçlik arasındaki ilişkinin hayatımıza
nasıl etki ettiğine dair sorular soracağım..
Sartre, varoluşçuluğun en önemli temsilcilerindendir ve
onun felsefesi genellikle özgürlük, sorumluluk ve insanın kendi hayatına
anlam katma çabası ile ilişkilendirilir. Sartre’a göre, insanlar, özünden
önce var olur. Bu öyle çarpıcı bir ifade ki, varoluşçu felsefenin temel
taşlarından biridir diyebiliriz. İnsan, doğar, sonra bir kimlik edinir ve bu
kimlik de onun seçimlerine, davranışlarına ve düşüncelerine dayanır. Sartre,
insanın bir özü (doğal bir kimliği) olmadığını, ancak kendi özünü
yaratabileceğini savunur(ezberimizdeki insan varlığına biraz aykırı olsa da).
İnsan, dünyaya geldiğinde bir boşlukla başlar. Sonrasında yaptığı seçimlerle ve
aldığı kararlarla hayatını şekillendirir(bir kültür olarak tüm dünyada genelgeçer
görüş de bu zaten). Sartre’a göre, "İnsan, kendisini seçerek var
olur." Bu, aynı zamanda insanın özgürlüğü ve sorumluluğu anlamına gelir.
Çünkü insan, kendi varlık ve kimliğini yaratırken, ona kattığı anlamdan da sorumludur.
Ancak bence Sartre’ın felsefesindeki en ilginç ve derin
unsurlardan biri, "hiçlik" kavramıdır. Sartre’a göre, varlık ile
hiçlik arasında bir etkileşim vardır ve bu etkileşim insanı derinden
etkiler. İnsan, varlığıyla ve içsel boşluğu, yani hiçliğiyle sürekli yüzleşir.
Hiçlik, insanın dünyada bir yere ait olamamasının, kendi anlamını
bulamamasının farkındalığıdır. İnsan, yaşamın sonunda "hiçlik"
kavramı ile karşılaşır; ölüm, varlığın sona ermesidir ve bu da insanın kendi
varoluşunun anlamını sorgulamasına yol açar. (Müslüman okuyucularımızın buraya
dikkat çekmesini istiyorum. YOK OLMAK!)
Sartre, bu hiçliği insanın hayatındaki temel bir sorun
olarak ele alır. İnsan, kendi ölümünü ve bu dünyadaki geçici varlığını fark
ettiği anda, bir ‘bulantı duygusu’ içinde olabilir. Bu bulantı, insanın
dünya ile olan bağının kopuşunun ve kimlik arayışının bir belirtisidir.
Sartre, varlığın anlamının, sadece var olma haliyle değil, aynı zamanda insanın
hiçliğiyle yüzleşmesiyle de ilgili olduğunu söyler. Çünkü insan, bir taraftan
kendi varlığını oluştururken, diğer taraftan bu varlık hiçbir anlam
taşımadığı gerçeğiyle yüzleşir.
Bir başka deyişle, Sartre’a göre insan, hayatını
anlamlandırmak için önce hiçliği anlamalıdır. (Yok olduğumda… cümlenin
devamını getirebilmek.) Hiçlik, aynı zamanda insanın özgürlüğünü ve
sorumluluğunu da beraberinde getirir. Çünkü hiçlik, insanın kendi
seçimlerini yapmakla yüzleştiği yerdir. Sartre’ın felsefesinde, insanın
karşılaştığı her durum, bir anlam yaratmak için bir fırsat olabilir. Ancak bu,
aynı zamanda büyük bir sorumluluk da getirir. İnsan, her seçiminde, her
kararsızlığında, dünyaya kattığı anlamla ilgili bir sorumluluk taşır.
Sartre, bireyin özgürlüğünü savunurken, aslında insanın
kendi hayatını şekillendirmede, ne kadar yalnız ve kaygılı olduğuna da
dikkat çeker. Çünkü özgürlük, aynı zamanda çok büyük bir bulantı yaratır.
İnsan, özgür olduğunda, ne yapacağını ve nasıl yapacağını bilmeyebilir. Bazen
seçim yapmaktan korkar, bazen ise yaptığı seçimlerin sonuçlarından kaygı duyar.
Sartre’ın dediği gibi, insan özgürlüğünü kabul ettiğinde, bu özgürlük, insanın
bütün yükümlülükleriyle gelir.
Bu noktada Sartre, insanı "öteki" ile de
ilişkilendirir. İnsan, yalnızca kendisiyle değil, çevresindeki diğer bireylerle
de sürekli bir varlık ilişkisi içindedir. Bu ilişki, insanın anlam yaratma
çabasını etkiler. Sartre’a göre, insanlar bir yandan birbirlerinin özgürlüğüne
müdahale etmeden varlıklarını sürdürmeye çalışırken, diğer yandan birbirlerinin
varlıklarına da anlam katmaya çalışırlar. Ancak bu ilişkilerde "yabancılaşma"
da söz konusu olabilir. İnsan, bir taraftan kendini var kılmaya çalışırken,
diğer taraftan ötekilerle kurduğu ilişkilerde de yabancılaşır. Bu durum,
Sartre’ın varlık ve hiçlik arasındaki çelişkili ilişkiyi daha da karmaşık hale
getirir.
Sartre’ın felsefesinde, varlık ve hiçlik kavramları
arasındaki ilişki, insanın özgürlüğü, sorumluluğu ve anlam arayışını derinden
etkileyen unsurlardır. İnsan, sadece var olmakla kalmaz, aynı zamanda kendi
varlığını sürekli olarak yaratmaya çalışırken, karşısına çıkan hiçlik ile
yüzleşir. Sartre’ın özgürlük anlayışı, bu sürecin getirdiği kaygı ve
sorumluluğu da beraberinde getirir. Sartre, insanın anlam arayışının yalnızca
bireysel bir mesele olmadığını, aynı zamanda toplumsal bir sorumluluk
taşıdığını savunur.
Sonuç olarak, Sartre’ın "Varlık ve Hiçlik"
felsefesi, yaşamın anlamını arayan her bireyin karşılaştığı en temel sorulardan
birine ışık tutar: “Var mıyım, ya da bu var olmak, ne anlama geliyor?”
Bu sorular, bir taraftan insanın kendi varlığını keşfetmesi için bir fırsat
sunarken, diğer taraftan hiçlik karşısında nasıl bir anlam yaratacağımızı
düşünmeye sevk eder. Sartre’ın bakış açısında, özgürlük ve hiçlik, bir
insanın yaşamına anlam katma sürecinde sürekli bir içsel çatışma yaratır. Ancak
bu çatışma, insanın özgürlüğünü ve kendini yaratma gücünü bulacağı yerdir.
Ve belki de bize Sartre’dan en önemli ders, şu olabilir:
"Bizler varız, ve bu varlığımızı nasıl anlamlandıracağımız tamamen bizim
elimizdedir!"
Kalın Sağlıcakla…
0 Yorumlar