Vahdet-i Şuhud! - Murat Şah VURAL

Vahdet-i Şuhud!


Metafiziğe ufak bir adımla başlamış olduk. Öyleyse Anadolumuzda ön plana çıkmış bir kavramla devam etmek bize içeriğimiz, içimiz hakkında, biraz olsun bilgi vermiş olacaktır.

Bugün Vahdeti Şuhûd’u konuşmak istiyorum inşallah.

Nedir Vahdet-i Şuhûd?

Vahdet-i Şuhûd, kelime anlamıyla "şahitlikte birlik" demektir. Tasavvufi bir terim olarak ise, insanın kâinattaki her şeyi yok sayarak yalnızca Allah’ın varlığını şahitlik ederek idrak etmesi anlamına gelir. Bu görüşe göre, âlemde var gibi görünen her şey aslında birer yanılsamadan ibarettir. Gerçekte ise yalnızca Allah vardır! Ancak burada, Vahdet-i Vücûd ile karşılaştırıldığında önemli bir fark vardır: Vahdet-i Şuhûd’da varlıkların kendilerinin Allah’ın birer yansıması ya da tecellisi olduğu düşünülmez; bunun yerine, insanın kendi idrakinde Allah’tan başka hiçbir şeyi görmemesi, şahitlik alanına yalnızca Allah’ı alması esas alınır. Bir başka ifadeyle, Vahdet-i Şuhûd, insanın kesretten (çokluktan) sıyrılarak, tüm dikkatini ve idrakini Allah’a yöneltmesi halidir. İnsan, bu idrak düzeyinde, Allah’tan başka hiçbir şeyin var olmadığını kavrar. Ancak bu kavrayış, fiziksel bir varlık birliği değil, bir şahitlik birliğidir. Kişi, kâinattaki her şeyin ardında Allah’ın kudretini ve varlığını görmeye başlar.

Bizim kültürümüz, genel hatlarıyla incelendiğinde, hâli pürmelalimiz Tasavvuf’tur diyebiliriz. Tasavvufumuz da, insanı nefsani tutkularından arındırarak Allah’a yöneltmeyi hedefler. Bu hedef doğrultusunda, insanın dünya ile olan bağlarını sorgulaması, nefsini terbiye etmesi ve hakikate ulaşması ön şarttır diyebiliriz. Vahdet-i Şuhûd, tasavvuf yolunda ilerleyen bir dervişin, nefsini ve dünyayı aşarak Allah’a ulaşmasında önemli bir basamaktır. Bu kavram, insanın Allah’ı her şeyin arkasında gördüğü, O’nun varlığına şahitlik ettiği bir manevi farkındalık hâlini ifade eder. Bu, kişinin zihninde ve kalbinde sürekli Allah’ı anması ve O’nun varlığını hissetmesiyle mümkün olur. Bu şuur hâli, tasavvufun temel prensiplerinden biri olan zikrullah (Allah’ı anmak) ile doğrudan bağlantılıdır. Kişi, bu perspektiften baktığında, kâinatın bir aynaya dönüştüğünü görür. Her bir varlık, bu aynada Allah’ın isim ve sıfatlarını yansıtan bir işaret, bir delil haline gelir. Ancak bu aynaya bakış, kişinin marifeti (bilgisi) ve şuuru derecesiyle doğrudan ilişkilidir.

İnsan, kâinattaki her şeyin ardında Allah’ın varlığını gördüğünde, dünya işlerinden uzaklaşır ve hakikate doğru bir adım atar.

Dünyayla iletişimimizi düşününce, Vahdet-i Şuhûd’a örnek vermek gerekir. Muazzam bir resme bakan; tablonun içindeki güzelliği fark eden kişinin, bu güzelliğin ardındaki sanatkâra şahit olma hali gibidir diyebiliriz.

Vahdeti Şuhûd’un katkıları ne olabilir? Diyebiliriz, Bu kavram, insanın günlük hayatta karşılaştığı olayları ve varlıkları derin bir tefekkürle değerlendirmesine olanak tanır. İnsan, Vahdet-i Şuhûd bakışıyla:

-Her varlığa hürmet duyar; çünkü her varlık Allah’ın bir tecellisidir.

-Şükür hissini artırır; çünkü her nimetin Allah’ın bir lütfu olduğunu fark eder.

-Evrende bir birlik ve ahenk görür, bu da bireye huzur ve dinginlik kazandırır.

  Tarihsel arka planına da bakacak olursak da,

Vahdet-i Şuhud, İmam Rabbani Hz. (1564-1624) tarafından sistematik bir şekilde ele alınmıştır. İmam Rabbani, Vahdet-i Vücud anlayışına bir denge getirerek, Allah'ın yaratılmışlarla olan ilişkisini daha net bir şekilde ifade etmeyi amaçlamıştır. Ona göre, Allah ve mahlûkat arasında özsel bir ayrım vardır ve bu ayrım hiçbir şekilde ortadan kalkmaz. İnsan, bu ayrımı idrak ederek Allah’ın varlığını ve birliğini şuur yoluyla kavramalıdır.

İmam Rabbani'nin ortaya koyduğu Vahdet-i Şuhud, İbn Arabi’nin Vahdet-i Vücud anlayışına bir eleştiri niteliği de taşır. İbn Arabi’ye göre her şey Allah’ın tecellisinden ibarettir; varlık, O’nun varlığının bir yansımasıdır. Ancak İmam Rabbani, insanın yaratılmışlar üzerinden Allah’a ulaşabileceğini, ama bu ulaşımın hiçbir zaman Allah ve mahlûkatın özdeşliği anlamına gelmeyeceğini vurgular.

 

Vahdet-i Şuhûd ile Vahdet-i Vücûd arasındaki farka bakacak olursak (Bir sonraki yazımız Vahdet-i Vücûd olacak inşallah)

Vahdet-i Şuhûd, bazı yönleriyle Vahdet-i Vücûd’a benzese de, temelde farklı bir bakış açısına sahiptir. Vahdet-i Vücûd anlayışına göre, kâinattaki her şey Allah’ın birer tecellisidir. Yani varlıklar, Allah’ın varlığının bir yansıması olarak kabul edilir. Varlıklar, bu anlayışta “hakiki varlık” değil, “Allah’ın varlığının bir görüntüsü”dür. Kısacası, var olan her şey Allah’tan bir iz taşır.

Vahdet-i Şuhûd’da bu tür bir varlık birliği anlayışı yerine, insanın kendi idrakinde Allah’tan başka hiçbir şey görmemesi esastır. Bu anlayışta, kâinattaki varlıklar bir gerçeklik değil, insanın dikkatini dağıtan unsurlar olarak görülür. İnsan, bu unsurları tamamen unutarak, yalnızca Allah’a yönelir ve O’nu görür.

Bu farkı daha iyi anlamak için bir örnek verelim: Bir çiçeği ele alalım. Vahdet-i Vücûd anlayışında, çiçek Allah’ın bir tecellisidir; çiçeğin güzelliği Allah’ın kudretinin ve sanatının bir yansımasıdır. Ancak Vahdet-i Şuhûd anlayışında, çiçek kişinin dikkatini dağıtan bir nesne olarak görülür. Önemli olan çiçeği değil, çiçeğin ardındaki Allah’ı görmektir. Çiçeği tamamen unutup yalnızca Allah’a yönelmek, Vahdet-i Şuhûd’un temelini oluşturur.

Bugün insanımız, sürekli bir bilgi bombardımanına ve dikkat dağınıklığına maruz kalmaktadır. Teknolojinin, sosyal medyanın ve tüketim kültürünün etkisiyle, birey sürekli dış dünyaya odaklanmakta ve iç dünyasını ihmal etmektedir. Bu durum, insanın ruhsal anlamda tatminsizliğe, huzursuzluğa ve yabancılaşmaya sürüklenmesine neden olmaktadır. İşte bu noktada, Vahdet-i Şuhûd anlayışı günün insanı için bir kurtuluş reçetesi sunabilir.

Vahdet-i Şuhûd, insanın dikkatini dağıtan tüm unsurları bir kenara bırakıp, yalnızca Allah’a yönelmesini öğütler. Bu, modern insan için bir odaklanma ve sükûnet pratiğidir. İnsan, ne kadar karmaşık bir hayat yaşarsa yaşasın, Allah’ın varlığını ve kudretini hissetmeye başladığında, iç huzurunu bulabilir. Çünkü insanın yaratılışındaki temel ihtiyaç, Yaradan’ı tanımak ve O’na yakın olmaktır. Bu ihtiyaç karşılanmadığında, insan maddi dünyada ne kadar başarılı olursa olsun, ruhsal bir boşluk içinde kalacaktır.

 

İşte insanın karmaşık dünyasında, bu anlayış bir çıkış yolu sunabilir. Çünkü insan, ne kadar dış dünyaya odaklanırsa odaklansın, asıl huzuru ancak Allah’a yönelerek bulabilir. Vahdet-i Şuhûd, bize şunu hatırlatır: Dünya, bir perdedir. Perdelerin ardında ise yalnızca Allah vardır. Bize düşen, bu hakikati görmek, O’nu her an hatırlamak ve O’na şahitlik etmektir. Bu şahitlik hâli, insanı gerçek huzura ve teslimiyete ulaştırır.

Unutmayalım: Hayat, Allah’tan gelen bir emanettir. Bu emaneti teslim edeceğimiz gün geldiğinde, O’na şahitlik etmiş bir kalp, insanın en büyük sermayesi olacaktır.

 

 

 

Ayet Delillerine Baktığımızda:

“Gözler O’nu idrak edemez, O ise gözleri idrak eder.”

(En’am, 103)

Bu ayet, Allah’ın varlığının insan algısını aşan bir boyutta olduğunu belirtir. İnsan, yaratılmış olanlar üzerinden Allah’ın büyüklüğünü idrak edebilir, ancak O’nun zatını tam anlamıyla kavrayamaz.

 

“Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde akıl sahipleri için deliller vardır.”

(Âl-i İmran, 190)

Bu ayet zaten Vahdet-i Şuhud’un temelini teşkil eder. İnsan, kâinattaki düzeni ve Allah’ın yarattığı her şeydeki hikmeti gözlemleyerek Allah’ın birliğine şahit olur.

 

“Her şey yok olacak, sadece Rabb’inin zatı kalacak.”

(Rahman, 26-27)

Allah’ın mutlak ve ebedi varlığını vurgulayan bu ayet, insanın şahit olduğu her şeyin Allah’ın yüceliğine işaret ettiğini ve sadece O’nun baki olduğunu hatırlatır.

Bugün, bu usulle terbiye etsek kendimizi…

İNSAN:

-Kibri ve bencilliği terk eder, çünkü kendi varlığının Allah’ın azametinin yanında ne kadar küçük olduğunu fark eder.

-Her an Allah’ın huzurunda olma bilinciyle hareket eder ve davranışlarına dikkat eder.

-Tefekkür ve şükür hayatının merkezine yerleşir; çünkü her olayda ve varlıkta Allah’ın rahmetini ve hikmetini görür.

Bugün, Vahdet-i Şuhud’un çağımıza en önemli mesajı, insanın kendini ve çevresini Allah’ın birer ayeti olarak görmesi ve bu bilinçle daha mütevazı, daha şefkatli ve daha adil bir hayat sürmesidir. Vahdet-i Şuhud, sadece bir tasavvufî doktrin değil, aynı zamanda hakikate açılan bir kapıdır!!

Bir kâinat kitabının satırlarında İlahi hakikatin yansımasını görenler için, bu şahitlik hali bir vuslat kapısıdır. İnsanı varlıktan birliğe, çokluktan hakikate götüren bu yolculuk, huzurlu bir ruh ve derin bir imanla taçlanır.

Rabbim imanımızı kâvi eylesin!

 

Yorum Gönder

0 Yorumlar