Metafiziğe ufak bir adımla başlamış olduk. Öyleyse Anadolumuzda ön plana
çıkmış bir kavramla devam etmek bize içeriğimiz, içimiz hakkında, biraz olsun
bilgi vermiş olacaktır.
Bugün Vahdeti Şuhûd’u konuşmak istiyorum inşallah.
Nedir Vahdet-i Şuhûd?
Vahdet-i Şuhûd, kelime anlamıyla "şahitlikte birlik"
demektir. Tasavvufi bir terim olarak ise, insanın kâinattaki her şeyi yok
sayarak yalnızca Allah’ın varlığını şahitlik ederek idrak etmesi
anlamına gelir. Bu görüşe göre, âlemde var gibi görünen her şey aslında birer yanılsamadan
ibarettir. Gerçekte ise yalnızca Allah vardır! Ancak burada, Vahdet-i
Vücûd ile karşılaştırıldığında önemli bir fark vardır: Vahdet-i Şuhûd’da
varlıkların kendilerinin Allah’ın birer yansıması ya da tecellisi olduğu
düşünülmez; bunun yerine, insanın kendi idrakinde Allah’tan başka hiçbir
şeyi görmemesi, şahitlik alanına yalnızca Allah’ı alması esas alınır. Bir
başka ifadeyle, Vahdet-i Şuhûd, insanın kesretten (çokluktan) sıyrılarak, tüm
dikkatini ve idrakini Allah’a yöneltmesi halidir. İnsan, bu idrak düzeyinde, Allah’tan
başka hiçbir şeyin var olmadığını kavrar. Ancak bu kavrayış, fiziksel bir
varlık birliği değil, bir şahitlik birliğidir. Kişi, kâinattaki her şeyin
ardında Allah’ın kudretini ve varlığını görmeye başlar.
Bizim kültürümüz, genel hatlarıyla incelendiğinde, hâli
pürmelalimiz Tasavvuf’tur diyebiliriz. Tasavvufumuz da, insanı nefsani
tutkularından arındırarak Allah’a yöneltmeyi hedefler. Bu hedef doğrultusunda,
insanın dünya ile olan bağlarını sorgulaması, nefsini terbiye etmesi ve
hakikate ulaşması ön şarttır diyebiliriz. Vahdet-i Şuhûd, tasavvuf yolunda
ilerleyen bir dervişin, nefsini ve dünyayı aşarak Allah’a ulaşmasında önemli
bir basamaktır. Bu kavram, insanın Allah’ı her şeyin arkasında gördüğü, O’nun
varlığına şahitlik ettiği bir manevi farkındalık hâlini ifade eder. Bu,
kişinin zihninde ve kalbinde sürekli Allah’ı anması ve O’nun varlığını
hissetmesiyle mümkün olur. Bu şuur hâli, tasavvufun temel prensiplerinden biri
olan zikrullah (Allah’ı anmak) ile doğrudan bağlantılıdır. Kişi, bu perspektiften
baktığında, kâinatın bir aynaya dönüştüğünü görür. Her bir varlık, bu aynada
Allah’ın isim ve sıfatlarını yansıtan bir işaret, bir delil haline gelir. Ancak
bu aynaya bakış, kişinin marifeti (bilgisi) ve şuuru derecesiyle doğrudan
ilişkilidir.
İnsan, kâinattaki her şeyin ardında Allah’ın varlığını gördüğünde,
dünya işlerinden uzaklaşır ve hakikate doğru bir adım atar.
Dünyayla iletişimimizi düşününce, Vahdet-i Şuhûd’a örnek vermek gerekir. Muazzam
bir resme bakan; tablonun içindeki güzelliği fark eden kişinin, bu güzelliğin
ardındaki sanatkâra şahit olma hali gibidir diyebiliriz.
Vahdeti Şuhûd’un katkıları ne olabilir? Diyebiliriz, Bu kavram, insanın
günlük hayatta karşılaştığı olayları ve varlıkları derin bir tefekkürle
değerlendirmesine olanak tanır. İnsan, Vahdet-i Şuhûd bakışıyla:
-Her varlığa hürmet duyar; çünkü her varlık Allah’ın bir tecellisidir.
-Şükür hissini artırır; çünkü her nimetin Allah’ın bir lütfu olduğunu fark
eder.
-Evrende bir birlik ve ahenk görür, bu da bireye huzur ve dinginlik
kazandırır.
Tarihsel arka planına da bakacak
olursak da,
Vahdet-i Şuhud, İmam Rabbani Hz. (1564-1624) tarafından sistematik
bir şekilde ele alınmıştır. İmam Rabbani, Vahdet-i Vücud anlayışına bir denge
getirerek, Allah'ın yaratılmışlarla olan ilişkisini daha net bir şekilde ifade
etmeyi amaçlamıştır. Ona göre, Allah ve mahlûkat arasında özsel bir ayrım
vardır ve bu ayrım hiçbir şekilde ortadan kalkmaz. İnsan, bu ayrımı idrak
ederek Allah’ın varlığını ve birliğini şuur yoluyla kavramalıdır.
İmam Rabbani'nin ortaya koyduğu Vahdet-i Şuhud, İbn Arabi’nin
Vahdet-i Vücud anlayışına bir eleştiri niteliği de taşır. İbn Arabi’ye göre
her şey Allah’ın tecellisinden ibarettir; varlık, O’nun varlığının bir
yansımasıdır. Ancak İmam Rabbani, insanın yaratılmışlar üzerinden Allah’a
ulaşabileceğini, ama bu ulaşımın hiçbir zaman Allah ve mahlûkatın özdeşliği
anlamına gelmeyeceğini vurgular.
Vahdet-i Şuhûd ile Vahdet-i Vücûd arasındaki farka bakacak olursak
(Bir sonraki yazımız Vahdet-i Vücûd olacak inşallah)
Vahdet-i Şuhûd, bazı yönleriyle Vahdet-i Vücûd’a benzese de,
temelde farklı bir bakış açısına sahiptir. Vahdet-i Vücûd anlayışına göre,
kâinattaki her şey Allah’ın birer tecellisidir. Yani varlıklar, Allah’ın
varlığının bir yansıması olarak kabul edilir. Varlıklar, bu anlayışta “hakiki
varlık” değil, “Allah’ın varlığının bir görüntüsü”dür. Kısacası, var olan her
şey Allah’tan bir iz taşır.
Vahdet-i Şuhûd’da bu tür bir varlık birliği anlayışı yerine,
insanın kendi idrakinde Allah’tan başka hiçbir şey görmemesi esastır. Bu
anlayışta, kâinattaki varlıklar bir gerçeklik değil, insanın dikkatini
dağıtan unsurlar olarak görülür. İnsan, bu unsurları tamamen unutarak,
yalnızca Allah’a yönelir ve O’nu görür.
Bu farkı daha iyi anlamak için bir örnek verelim: Bir çiçeği ele
alalım. Vahdet-i Vücûd anlayışında, çiçek Allah’ın bir tecellisidir; çiçeğin
güzelliği Allah’ın kudretinin ve sanatının bir yansımasıdır. Ancak Vahdet-i
Şuhûd anlayışında, çiçek kişinin dikkatini dağıtan bir nesne olarak görülür.
Önemli olan çiçeği değil, çiçeğin ardındaki Allah’ı görmektir. Çiçeği
tamamen unutup yalnızca Allah’a yönelmek, Vahdet-i Şuhûd’un temelini oluşturur.
Bugün insanımız, sürekli bir bilgi bombardımanına ve dikkat
dağınıklığına maruz kalmaktadır. Teknolojinin, sosyal medyanın ve tüketim
kültürünün etkisiyle, birey sürekli dış dünyaya odaklanmakta ve iç dünyasını
ihmal etmektedir. Bu durum, insanın ruhsal anlamda tatminsizliğe, huzursuzluğa
ve yabancılaşmaya sürüklenmesine neden olmaktadır. İşte bu noktada, Vahdet-i
Şuhûd anlayışı günün insanı için bir kurtuluş reçetesi sunabilir.
Vahdet-i Şuhûd, insanın dikkatini dağıtan tüm unsurları bir kenara
bırakıp, yalnızca Allah’a yönelmesini öğütler. Bu, modern insan için bir
odaklanma ve sükûnet pratiğidir. İnsan, ne kadar karmaşık bir hayat yaşarsa
yaşasın, Allah’ın varlığını ve kudretini hissetmeye başladığında, iç huzurunu
bulabilir. Çünkü insanın yaratılışındaki temel ihtiyaç, Yaradan’ı tanımak ve
O’na yakın olmaktır. Bu ihtiyaç karşılanmadığında, insan maddi dünyada ne
kadar başarılı olursa olsun, ruhsal bir boşluk içinde kalacaktır.
İşte insanın karmaşık dünyasında, bu anlayış bir çıkış yolu
sunabilir. Çünkü insan, ne kadar dış dünyaya odaklanırsa odaklansın, asıl
huzuru ancak Allah’a yönelerek bulabilir. Vahdet-i Şuhûd, bize şunu hatırlatır:
Dünya, bir perdedir. Perdelerin ardında ise yalnızca Allah vardır. Bize
düşen, bu hakikati görmek, O’nu her an hatırlamak ve O’na şahitlik etmektir. Bu
şahitlik hâli, insanı gerçek huzura ve teslimiyete ulaştırır.
Unutmayalım: Hayat, Allah’tan gelen bir emanettir. Bu
emaneti teslim edeceğimiz gün geldiğinde, O’na şahitlik etmiş bir kalp, insanın
en büyük sermayesi olacaktır.
Ayet Delillerine Baktığımızda:
“Gözler O’nu idrak edemez, O ise gözleri idrak eder.”
(En’am, 103)
Bu ayet, Allah’ın varlığının insan algısını aşan bir boyutta
olduğunu belirtir. İnsan, yaratılmış olanlar üzerinden Allah’ın büyüklüğünü
idrak edebilir, ancak O’nun zatını tam anlamıyla kavrayamaz.
“Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün
birbiri ardınca gelişinde akıl sahipleri için deliller vardır.”
(Âl-i İmran, 190)
Bu ayet zaten Vahdet-i Şuhud’un temelini teşkil eder. İnsan,
kâinattaki düzeni ve Allah’ın yarattığı her şeydeki hikmeti gözlemleyerek
Allah’ın birliğine şahit olur.
“Her şey yok olacak, sadece Rabb’inin zatı kalacak.”
(Rahman, 26-27)
Allah’ın mutlak ve ebedi varlığını vurgulayan bu ayet, insanın
şahit olduğu her şeyin Allah’ın yüceliğine işaret ettiğini ve sadece O’nun baki
olduğunu hatırlatır.
Bugün, bu usulle terbiye etsek kendimizi…
İNSAN:
-Kibri ve bencilliği terk eder, çünkü kendi varlığının Allah’ın
azametinin yanında ne kadar küçük olduğunu fark eder.
-Her an Allah’ın huzurunda olma bilinciyle hareket eder ve
davranışlarına dikkat eder.
-Tefekkür ve şükür hayatının merkezine yerleşir; çünkü her olayda
ve varlıkta Allah’ın rahmetini ve hikmetini görür.
Bugün, Vahdet-i Şuhud’un çağımıza en önemli mesajı, insanın
kendini ve çevresini Allah’ın birer ayeti olarak görmesi ve bu bilinçle daha
mütevazı, daha şefkatli ve daha adil bir hayat sürmesidir. Vahdet-i Şuhud,
sadece bir tasavvufî doktrin değil, aynı zamanda hakikate açılan bir kapıdır!!
Bir kâinat kitabının satırlarında İlahi hakikatin yansımasını görenler
için, bu şahitlik hali bir vuslat kapısıdır. İnsanı varlıktan birliğe,
çokluktan hakikate götüren bu yolculuk, huzurlu bir ruh ve derin bir imanla
taçlanır.
Rabbim imanımızı kâvi eylesin!
0 Yorumlar