Metafizik ve Bir Adım! - Murat Şah VURAL

Metafizik ve Bir Adım!

 


Bir giriş veyahut ekberî ontolojinin başlangıcı…

İnsanlığın en eski ve en derin sorularından biri şudur: "Bu evren neden var? Biz kimiz ve buradaki amacımız nedir?" Bu soruların peşine düşen zihinler, metafiziğin kapısını çalmış ve görünenden öteye bir yolculuk yapmıştır. İslam düşüncesi, bu yolculuğu hem akıl hem de vahiy ışığında şekillendirmiştir. İslam'ın büyük düşünürleri, metafizik sorulara dair verdiği cevaplarla hem İslam dünyasında hem de dünya genelinde felsefi düşüncenin biçimlenmesine katkı sağlamışlardır.

 

Metafiziğin Temel Soruları

Metafizik, varlığın özü, insanın hakikati ve evrenin kaynağı gibi alanlara odaklanır. İslam düşüncesinde bu sorular, Allah’ın varlığı, evrenin yaratılışı ve insanın varoluş amacı üzerinden ele alınır. Ancak bu sorular yalnızca teolojik bir bağlamda değil, felsefi bir derinlikte de tartışılmıştır. İslam düşünürleri, Yunan felsefesinden harmanla, İslam’ın vahiy temelli öğretileriyle çözümleyerek özgün bir metafizik anlayışı geliştirmiştir.

 

Farabi’ye Baktığımızda,

Farabi (872-950), İslam dünyasında "Muallim-i Sani" (İkinci Öğretmen) olarak anılır. O, metafiziği akıl ve mantık temelli bir yaklaşımla ele almış ve varlık hiyerarşisini açıklamaya çalışmıştır. Farabi’ye göre, tüm varlıklar bir "Bir"den yani Allah’tan kaynaklanır. Allah, zorunlu varlık (vacibü’l-vücud) olarak tüm varlıkların sebebidir. Farabi bu düşüncesini şu şekilde temellendirir:

-Allah, hem var oluşun kaynağıdır hem de aklın en yüksek mertebesidir.

-Evren, Allah’ın birliği ve bilgisi sayesinde düzenli bir şekilde var olmuştur.

-İnsan, aklı sayesinde Allah’a yaklaşabilir. Ancak bu yaklaşma, sadece akıl yürütmeyle değil, aynı zamanda ahlaki ve manevi bir derinlikle gerçekleşir.

Farabi’nin metafizik anlayışı, akıl ile iman arasındaki dengeyi kurmaya yönelik bir çabadır. Onun düşünceleri, hem İslam dünyasında hem de Batı’da Orta Çağ felsefesi üzerinde derin etkiler bırakmıştır. (Detayları bir sonraki yazıda inş.)

İbn Sina’da Varlığın Zorunluluğu

İbn Sina (980-1037), metafiziği İslam düşüncesinde belirli bir yola sokan bir filozoftur. O, "Şeyhü’r-Reis" (Başöğretmen) unvanıyla anılmış ve özellikle "vacibü’l-vücud" (zorunlu varlık) kavramıyla tanınmıştır. İbn Sina’ya göre de:

Varlık ikiye ayrılır: Mümkinü’l-vücud (mümkün varlık) ve vacibü’l-vücud (zorunlu varlık).

Mümkün varlıklar, kendi başlarına var olamaz; onların varlığını açıklayan bir sebep gerekir. Bu sebep, kendi varlığı için başka bir sebebe ihtiyaç duymayan zorunlu varlıktır. İşte bu zorunlu varlık Allah’tır.

Allah, saf varlık ve saf akıldır. Evren, Allah’ın bilgisi ve iradesiyle var olmuştur.

İbn Sina, Allah’ın varlığını hem akıl hem de mantık yoluyla ispatlamaya çalışmış ve bu yönüyle Batı skolastik felsefesine önemli bir miras bırakmıştır. Onun "Metafizik" adlı eseri, Batı’da "Avicenna" ismiyle tanınmış ve yüzyıllar boyunca Avrupa üniversitelerinde okutulmuştur.

 

İmam Gazzali’de Bu mevzuu : Akıl ile Vahyin Dengesi

İmam Gazzali Hz. (1058-1111), metafizik ve İslam düşüncesi arasındaki ilişkiyi derinlemesine ele alan bir başka büyük düşünür, mütefekkirdir. Ancak İmam Gazzali, Farabi ve İbn Sina gibi filozoflardan farklı bir yaklaşım sergileyerek, aklın sınırlarını eleştirmiş ve vahyin üstünlüğüne vurgu yapmıştır. İmam Gazzali’ye göre:

İnsan aklı, metafizik sorulara dair bazı noktalara ulaşabilir. Ancak akıl, tek başına hakikatin tamamını kavrayamaz.Hakikat, ancak Allah’ın vahyiyle tam anlamıyla idrak edilebilir.

İmam Gazzali, "Tehafütü’l-Felasife" (Filozofların Tutarsızlığı) adlı eserinde, filozofların metafizik meselelerde akıl yürütmelerini eleştirmiştir. Yerinde de tekfir etmiştir. Ona göre, akıl ile vahiy bir arada olmalı, biri diğerine üstün kılınmamalıdır.

Gazali’nin tasavvufi yönü, metafizik düşüncesine derin bir boyut kazandırır. O, Allah’a ulaşmanın yolunu sadece akıl yürütmede değil, kalbin arınmasında ve manevi deneyimde bulur.

 

Bir ileri adım: İbn Rüşd, Akıl ve Vahiy Arasında Köprü

İbn Rüşd (1126-1198), İslam dünyasının en önemli filozoflarından biridir ve özellikle akıl ile vahiy arasında bir köprü kurmaya çalışmıştır. İbn Rüşd’e göre:

Akıl ve vahiy, aynı hakikatin iki farklı boyutudur. İkisi arasında çelişki olamaz.

Eğer akıl ile vahiy arasında bir çelişki görülüyorsa, bu ya akıl yürütmedeki bir hatadan ya da vahyin yanlış anlaşılmasından kaynaklanır. İbn Rüşd, Allah’ın varlığını açıklamak için hem mantık hem de dini deliller kullanmış ve filozofların eleştirisine karşı İmam Gazzali’ye "Tehafütü’t-Tehafüt" (Tutarsızlığın Tutarsızlığı) adlı eserle yanıt vermiştir.

İbn Rüşd’ün metafizik anlayışı, Batı dünyasında "Averroes" ismiyle tanınmış ve Rönesans düşüncesine büyük katkıda bulunmuştur.

 

Anadolu ise Vahdet-i Vücud’u önemser

İbn Arabi: Vahdet-i Vücud ve Metafizik

İslam dünyasında metafizik düşüncenin tasavvufla en derin şekilde birleştiği isimlerden biri İbn Arabi’dir (1165-1240). Onun "Vahdet-i Vücud" (Varlığın Birliği) anlayışı, metafizik düşüncenin zirve noktalarından biri olarak kabul edilir. İbn Arabi’ye göre:

-Tüm varlık, Allah’ın bir tecellisidir. Evren, Allah’ın isim ve sıfatlarının yansımasıdır.

-Hakikat, yalnızca Allah’tır. Diğer tüm varlıklar, yalnızca O’nun birer görüntüsü, birer yansımasıdır.

-İnsan, varlık mertebelerinin en üstüdür ve Allah’ın en mükemmel tecellisidir. Bu yüzden insan, kendi özünü tanıyarak Allah’ı tanıyabilir.

İbn Arabi’nin düşünceleri, metafiziği tasavvufun derinliğiyle buluşturmuş ve İslam dünyasında hem hayranlık hem de eleştiri toplamıştır.

 

Sonuç olarak genel çerçevesini çizdiğimiz bu mevzuuda; İslam düşünürleri, metafizik sorulara dair yaklaşımlarıyla hem akıl hem de vahiy arasında bir denge kurmaya çalışmışlardır. Farabi’nin akılcı sisteminden İbn Sina’nın zorunlu varlık teorisine, İmam Gazzali’nin mistik yaklaşımından İbn Arabi’nin tasavvufi derinliğine kadar her filozof, varlık ve hakikat üzerine özgün bir katkı sunmuştur.

Bu büyük zihinlerin ortak mesajı şudur: İnsan, hakikati ararken hem aklını kullanmalı hem de kalbini arındırmalıdır. Çünkü hakikat, yalnızca düşüncede değil, aynı zamanda içsel bir yolculukta bulunur. İslam düşüncesi, bu yolculukta bize rehberlik eden ışığı sunar ve metafizik sorgulamalarımızı anlamlandırır.

Modern dünyanın karmaşasında, bu filozofların derinlikli düşüncelerine kulak vermek, insanın kaybettiği manevi dengeyi yeniden kazanmasına yardımcı olabilir. Çünkü hakikat, her zaman görünenden ötededir ve bu öteyi aramak, insanın en asil çabasıdır.

Yorum Gönder

0 Yorumlar