Bir giriş veyahut ekberî ontolojinin başlangıcı…
İnsanlığın en eski ve en derin sorularından biri şudur:
"Bu evren neden var? Biz kimiz ve buradaki amacımız nedir?" Bu
soruların peşine düşen zihinler, metafiziğin kapısını çalmış ve görünenden
öteye bir yolculuk yapmıştır. İslam düşüncesi, bu yolculuğu hem akıl hem de
vahiy ışığında şekillendirmiştir. İslam'ın büyük düşünürleri, metafizik
sorulara dair verdiği cevaplarla hem İslam dünyasında hem de dünya genelinde
felsefi düşüncenin biçimlenmesine katkı sağlamışlardır.
Metafiziğin Temel Soruları
Metafizik, varlığın özü, insanın hakikati ve evrenin
kaynağı gibi alanlara odaklanır. İslam düşüncesinde bu sorular, Allah’ın
varlığı, evrenin yaratılışı ve insanın varoluş amacı üzerinden ele alınır.
Ancak bu sorular yalnızca teolojik bir bağlamda değil, felsefi bir derinlikte
de tartışılmıştır. İslam düşünürleri, Yunan felsefesinden harmanla, İslam’ın
vahiy temelli öğretileriyle çözümleyerek özgün bir metafizik anlayışı
geliştirmiştir.
Farabi’ye Baktığımızda,
Farabi (872-950), İslam dünyasında "Muallim-i
Sani" (İkinci Öğretmen) olarak anılır. O, metafiziği akıl ve mantık
temelli bir yaklaşımla ele almış ve varlık hiyerarşisini açıklamaya
çalışmıştır. Farabi’ye göre, tüm varlıklar bir "Bir"den yani
Allah’tan kaynaklanır. Allah, zorunlu varlık (vacibü’l-vücud) olarak tüm
varlıkların sebebidir. Farabi bu düşüncesini şu şekilde temellendirir:
-Allah, hem var oluşun kaynağıdır hem de aklın en yüksek
mertebesidir.
-Evren, Allah’ın birliği ve bilgisi sayesinde düzenli bir
şekilde var olmuştur.
-İnsan, aklı sayesinde Allah’a yaklaşabilir. Ancak bu
yaklaşma, sadece akıl yürütmeyle değil, aynı zamanda ahlaki ve manevi bir
derinlikle gerçekleşir.
Farabi’nin metafizik anlayışı, akıl ile iman arasındaki
dengeyi kurmaya yönelik bir çabadır. Onun düşünceleri, hem İslam dünyasında hem
de Batı’da Orta Çağ felsefesi üzerinde derin etkiler bırakmıştır. (Detayları
bir sonraki yazıda inş.)
İbn Sina’da Varlığın Zorunluluğu
İbn Sina (980-1037), metafiziği İslam düşüncesinde belirli
bir yola sokan bir filozoftur. O, "Şeyhü’r-Reis" (Başöğretmen)
unvanıyla anılmış ve özellikle "vacibü’l-vücud" (zorunlu
varlık) kavramıyla tanınmıştır. İbn Sina’ya göre de:
Varlık ikiye ayrılır: Mümkinü’l-vücud (mümkün varlık) ve
vacibü’l-vücud (zorunlu varlık).
Mümkün varlıklar, kendi başlarına var olamaz; onların
varlığını açıklayan bir sebep gerekir. Bu sebep, kendi varlığı için başka bir
sebebe ihtiyaç duymayan zorunlu varlıktır. İşte bu zorunlu varlık Allah’tır.
Allah, saf varlık ve saf akıldır. Evren, Allah’ın bilgisi
ve iradesiyle var olmuştur.
İbn Sina, Allah’ın varlığını hem akıl hem de mantık yoluyla
ispatlamaya çalışmış ve bu yönüyle Batı skolastik felsefesine önemli bir miras
bırakmıştır. Onun "Metafizik" adlı eseri, Batı’da
"Avicenna" ismiyle tanınmış ve yüzyıllar boyunca Avrupa
üniversitelerinde okutulmuştur.
İmam Gazzali’de Bu mevzuu : Akıl ile Vahyin Dengesi
İmam Gazzali Hz. (1058-1111), metafizik ve İslam düşüncesi
arasındaki ilişkiyi derinlemesine ele alan bir başka büyük düşünür,
mütefekkirdir. Ancak İmam Gazzali, Farabi ve İbn Sina gibi filozoflardan farklı
bir yaklaşım sergileyerek, aklın sınırlarını eleştirmiş ve vahyin
üstünlüğüne vurgu yapmıştır. İmam Gazzali’ye göre:
İnsan aklı, metafizik sorulara dair bazı noktalara
ulaşabilir. Ancak akıl, tek başına hakikatin tamamını kavrayamaz.Hakikat, ancak
Allah’ın vahyiyle tam anlamıyla idrak edilebilir.
İmam Gazzali, "Tehafütü’l-Felasife" (Filozofların
Tutarsızlığı) adlı eserinde, filozofların metafizik meselelerde akıl
yürütmelerini eleştirmiştir. Yerinde de tekfir etmiştir. Ona göre, akıl ile
vahiy bir arada olmalı, biri diğerine üstün kılınmamalıdır.
Gazali’nin tasavvufi yönü, metafizik düşüncesine derin bir
boyut kazandırır. O, Allah’a ulaşmanın yolunu sadece akıl yürütmede değil,
kalbin arınmasında ve manevi deneyimde bulur.
Bir ileri adım: İbn Rüşd, Akıl ve Vahiy Arasında Köprü
İbn Rüşd (1126-1198), İslam dünyasının en önemli
filozoflarından biridir ve özellikle akıl ile vahiy arasında bir köprü kurmaya
çalışmıştır. İbn Rüşd’e göre:
Akıl ve vahiy, aynı hakikatin iki farklı boyutudur. İkisi
arasında çelişki olamaz.
Eğer akıl ile vahiy arasında bir çelişki görülüyorsa, bu ya
akıl yürütmedeki bir hatadan ya da vahyin yanlış anlaşılmasından kaynaklanır. İbn
Rüşd, Allah’ın varlığını açıklamak için hem mantık hem de dini deliller
kullanmış ve filozofların eleştirisine karşı İmam Gazzali’ye
"Tehafütü’t-Tehafüt" (Tutarsızlığın Tutarsızlığı) adlı eserle yanıt
vermiştir.
İbn Rüşd’ün metafizik anlayışı, Batı dünyasında
"Averroes" ismiyle tanınmış ve Rönesans düşüncesine büyük katkıda
bulunmuştur.
Anadolu ise Vahdet-i Vücud’u önemser
İbn Arabi: Vahdet-i Vücud ve Metafizik
İslam dünyasında metafizik düşüncenin tasavvufla en derin
şekilde birleştiği isimlerden biri İbn Arabi’dir (1165-1240). Onun
"Vahdet-i Vücud" (Varlığın Birliği) anlayışı, metafizik düşüncenin
zirve noktalarından biri olarak kabul edilir. İbn Arabi’ye göre:
-Tüm varlık, Allah’ın bir tecellisidir. Evren, Allah’ın
isim ve sıfatlarının yansımasıdır.
-Hakikat, yalnızca Allah’tır. Diğer tüm varlıklar,
yalnızca O’nun birer görüntüsü, birer yansımasıdır.
-İnsan, varlık mertebelerinin en üstüdür ve Allah’ın en
mükemmel tecellisidir. Bu yüzden insan, kendi özünü tanıyarak Allah’ı
tanıyabilir.
İbn Arabi’nin düşünceleri, metafiziği tasavvufun
derinliğiyle buluşturmuş ve İslam dünyasında hem hayranlık hem de eleştiri
toplamıştır.
Sonuç olarak genel çerçevesini çizdiğimiz bu mevzuuda; İslam
düşünürleri, metafizik sorulara dair yaklaşımlarıyla hem akıl hem de vahiy
arasında bir denge kurmaya çalışmışlardır. Farabi’nin akılcı sisteminden İbn
Sina’nın zorunlu varlık teorisine, İmam Gazzali’nin mistik yaklaşımından İbn
Arabi’nin tasavvufi derinliğine kadar her filozof, varlık ve hakikat üzerine
özgün bir katkı sunmuştur.
Bu büyük zihinlerin ortak mesajı şudur: İnsan, hakikati
ararken hem aklını kullanmalı hem de kalbini arındırmalıdır. Çünkü hakikat,
yalnızca düşüncede değil, aynı zamanda içsel bir yolculukta bulunur. İslam
düşüncesi, bu yolculukta bize rehberlik eden ışığı sunar ve metafizik
sorgulamalarımızı anlamlandırır.
Modern dünyanın karmaşasında, bu filozofların derinlikli
düşüncelerine kulak vermek, insanın kaybettiği manevi dengeyi yeniden
kazanmasına yardımcı olabilir. Çünkü hakikat, her zaman görünenden ötededir ve
bu öteyi aramak, insanın en asil çabasıdır.
0 Yorumlar