Canavarlarla dolu bir ormandayız. Yolumuzu kim keser, ne olur;
nereye varırız, ölür müyüz, kalır mıyız o bile belli değil. Ne olursa olsun
koşmak veyahut olduğumuz yerde kalmak ve soru işaretleriyle kaldığımız yerden
boğuşmak seçenekler arasında. Fakat belki de ilerisi aydınlıktır diyebilmek. Ya
da birisi beni bulur diye bağırmak da seçenektir.
Ecevit, bu seçeneklerden bağırmak ve birinin onu bulması
seçeneğini seçti. Beklediği gibi de oldu ve yardımına Amerika koştu. Sonra hayatında
hiç görmediği, tanımadığı bir adam olan Kemal Derviş el değiştiren bir fenerle
Ecevit’in yanına geldi. Ecevit de Derviş’in elindeki söndü sönecek olan fenere
bakıp ümit besledi ve gazeteler bu olayı şöyle trajikomik şekilde anlattı:
(21.04.2001 Konuşulanlar) 08.00 Sabah Kemal Dervişleri, 09.00 Sabah
şekerleri ve Kemal Derviş, 10.00 icraatin içinden ve Kemal Derviş, 19.00 Akşam
Kemal Dervişleri ve kapanış.
Söz gelimi bu olay, keşke şaka olsaydı. Uçaktan inerken dahi tüm ülke
heyecanlı, son derece garip bir atmosfer. Artık buna denize düşen yılana
sarılır mı demeliyiz bilemiyorum.
Gelin gerçeklere dönelim:
Egemenlik kayıtsız şartsız Amerika’nındır!
şiarıyla örtüşür bir şekilde dünyada örneği olmayan bir atamayla meclise girmiş
kişidir. Kahraman Amerika’nın 1 dolar banknotu ile temsil ettiği tek ve
kalıplaşmış dünya ülkeleri projesi şeklinde anlayabileceğimiz yeni dünya
düzeninin Ortadoğu mahallesindeki Türkiye köyünden sorumlu rakamsal ekonomist
figürdür. Varlığından beri ideolojilerle kendini sürüklemiş partilerin, geldiğinden
beri hiçbir ideolojik mütalaada bulunmadığı halde kendisinde kurtuluş aranan ve
vahimliğin boyutunu gözler önüne serdiren kişidir.
Dünya bankasında görevli olduğu
sıralarda sorumluluğu altında bulunan Namibya’ya elindeki mısır stoğunu
borçların karşılık satmasını öğütleyen ve ülkenin açlık krizine girmesine neden
olan, ilgilendiği bütün Afrika ülkelerinin milli gelirlerinin beş yıl içinde
1960’ların seviyesine düşmesine seyirci kalan
ve tüm bu başarılı çalışmaları nedeniyle
dünyanın en başarılı ekonomisti seçilmiştir. World bank sitelerine girip kemal
derviş yazın çalıştığı dönemlerdeki ülkelerin haline bakabilirsiniz.
(o dönem bazı milletvekilleri, birazdan
anlatacağım dünya bankasındaki raporlarını öne sürerek ona ‘’mason, gayrimüslim
ve şerefsiz demiştir.)
Dünya bankası adına hazırlamış
olduğu raporda (Türkiye görevinden evvel) Türkiye hakkında yazdıklarına bir
bakalım:
“Türkiye’nin sanayileşme stratejisinde
değişiklik yapmak gerekmektedir. Bu ölçüde büyük bir dış ticaret açığı ile
sanayileşme sorununu çözmek olanaksızdır. Onun için kimya, temel makine
ve imalat, maden işleme gibi ağır sanayilerde gelişme beklemek gerçekçi
değildir. Kaynaklar ihracata yönelik hafif sanayi dallarına
kaydırılmalıdır, ağır sanayiden gelişme beklenmemelidir.”
Kalın puntoyla özellikle dikkat
çekmek istediğim noktalara bakınız. Dünya bankası Türkiye’nin ağır sanayileşmesine,
yani kalkınmasına karşı olduğunu daha o zamandan belirtmiş de. Bunu dile
getirene sonraki yıllarda aynı ülkede görev vermek…
Bu kadar değil, dahası var. En önemli sorunumuz
ihracat olduğundan onu da hafif sanayi dallarıyla gerçekleştirebileceğimizden
dem vuran bu haince rapor, üstelik dünya fiyatlarıyla rekabet edebilmek özrü
altında bakın Türkiye’ye ne öneriyor:
“...fiyat engelini aşması da, ancak dördüncü plan
döneminde sürekli olarak devalüasyon yapmasıyla gerçekleştirilmelidir. Tek
bir devalüasyon yapmak çare değildir. (...) Türkiye bugün ancak büyük
teknoloji gerektirmeyen hafif sanayi alanlarında rekabet edebilecek durumdadır.
Bunu da devalüasyon sağlayabilir.”
Evet evet. Türkiye’de görev verdik bu kafaya. Hem
de kurtuluşumuzun reçetesi diye. Sakın kızmayın şimdi, orada dünya bankasının
istediğini yapmış. Zaten ilk o değil, dünya bankası 1974’te MSP-CHP koalisyonunda
Erbakan ağır sanayi ısrarlarını sürdürürken Türkiye üzerine yine bir rapor
hazırlamış, onda da benzeri düşünceleri öne sürmüştü. Şöyle özetleyelim: ‘’1. Türkiye
tüketimine ilişkin mal ve hizmetlerin arttırılmasına öncelik tanınmalıdır. 2. Türkiye
tarım kesimine ağırlık verirse iyi olur. 3. Türkiye toplam yatırımları içinde
sanayi yatırımlarının payını azaltmalıdır.’’
Yeterince açık sayılır bu da. Anlaşılıyor
ki, dünya bankası ve onun ikiz kardeşi para fonu (😊) , oldum olası Türkiye’nin sanayileşmesine, kalkınmasına karşı
!
Amerikan
iş çevrelerine rapor sunan executive intelligence rewiew’nün hizmete özel
raporunda da görmüştük yıllar evvel, dünya bankasının Türkiye’ye yönelik
niyetinin nasıl kararlı ve kesin olduğunu görmek için bir de isterseniz o
satırları hatırlayalım:
“... Türkleri satın alabilmek için dünya bankası
seçimlere kadar Türkiye’ye günlük uygulamada bulunacağını, ancak bunun için de Türkiye’nin
seçimlerden sonra sanayileşme politikasından vazgeçerek kemerleri sıkmaya
yönelmesinin şart olduğunu bildirmiştir. (...) uzun vadede Türklerin dünya
bankasının şantajına boyun eğip eğmeyeceklerini beklemek ve görmek
gerekecektir. (...) ister Demirel ister muhalefet lideri Ecevit olsun Ankara’daki
bürokrasiyi ve Türk kamuoyunu sınai gelişmesini durduracak bir uygulamaya
zorlamakta büyük güçlük çekecektir. Sınai gelişme modern Türkiye’nin temel
ilkelerinden biridir...”
“... Türk gelişme stratejisinin esası, çabuk bir
kamu sanayileşmesine dayanmaktadır. 1950’den bu yana Atlantikçi güçlerin Türkiye’nin
geleneksel tarım ürünlerine dayanan bir gelişme stratejisini benimsemesi için
çaba sarf ettikleri ya da hiç olmazsa sanayileşmeyi yoğun alanlara kaydırıp
yozlaştırmayı gözetledikleri anlaşılmaktadır. Türkiye ise kamu öncülüğünde bir
ağır sanayiye yönelmek ve bu şekilde yoksulluk ve geri kalmışlıktan kurtulmak
için ısrar etmiştir.”
Amerikan iş çevrelerinin dergisi, durumu ne
güzel özetlemiş. Kemal Derviş’in önerileri aslında dünya bankasının
kuruluşundan bu yana, Türkiye’ye karşı takındığı tavırdan geliyor. Geldikten
bir süre sonra açılacak gibi görünen kredilerin askıya alınması ise, besbelli
dördüncü plan stratejisinin de Ankara’daki bürokrasi ve Türk kamuoyunun
direnişiyle, yine sanayileşmede ciddi bir hız gereğini içermesinden. Bu yüzden o
dönemde yapılan gösterge plan stratejisidir, bakanlar kurulu onu imf ve dünya
bankasının doğrultusuna yatırdı mı, bitti, Ecevit iktidarını ulusal çıkarları
savunur saymanın olanağı o gün bitmiş, kalmamıştır.
Gelelim o günden bugüne devam eden zararlardan
birine daha, kanserojen etkisi bulunan glikoz
şurubu ve früktozun ülkemizde cirit atmasının bir numaraları müsebbibi
yine kahramanımız Kemal Derviş’tir.. Onun döneminde Türkiye’de şeker
yasası çıkmış, daha doğrusu Amerika
tarafından dayatılmış, şeker üretmek yasaklanmış, Ecevit de hemen kabul
etmiş ve böylece glikoz şurubuna ve früktoza mahkûm etmiştir ülkemizi.
Peki sonuç odaklı bakanlar için: (ee kardeşim ne diyorsun yani iyi mi kötü mü?)
Türkiye merkezi yönetim dış borç
verilerine bakıldığında,
1999 yılında 35 milyar
2000 yılında 40.5 milyar
2001 yılında 39 milyar
2002 yılında 57 milyar olarak gözükmektedir.
Devam edelim…
11.07.2002’de görevinden istifa
etmiştir.
18.08.2002’de konuşulanlar:
Türkiye’yi sömürme kampanyası içinde ülkemize gönderilmiş kişi olduğunu kanıtlamıştır.
Böylesi bir görev için yeterince de uygundu zaten, zira konuşması düzgün, tahsili
ve kariyeri de gayet iyi. Ancak geldiğinden beri yaptıkları ve geldiği yer
itibariyle kumandasının dışarıda olduğundan şüphe edilmeyen kişiydi. Geldiği
günden beri ekonomi düzelmemiş, iyice dağılmıştır. Ancak o, bununla yetinmemiş
ve elini siyasete atıp onu da allak bullak etmiştir. En büyük destekçisi
Türkiye lehine tek kelime kullanmayan gazetelerdir!
Ve bu konuşmalar daha bitmemişken bir haber!
13.04.2002 CHP ile anlaştı. Hatta
genel başkan yardımcılığına yükseltildi. Deniz Baykal gayet mutluydu hatta açıklama
yaptığı videoda: ‘’Onu buraya getirmek hiç kolay olmadı!’’ demiştir.
Çok anlatmayacağım genel hatlarıyla o kendisine burada verilen görevi yerine
getirmiş ve 13.04.2004’te hem genel başkan yardımcılığından hem de MYK’dan
istifa etmiştir. Sonunda evine yani Amerika’ya dönmüştür.
Gezi olaylarında tekrar gündeme geldi bu beyefendi. Hani
tam yükselişe geçtiğimiz, ekonomik refahın zirvesindeyken çıkan Gezi parkı! Ne
dedi sizce?
‘’Gezi parkı
gösterileri gösterdi ki bu model yaşam tarzına uygun değil. Şimdi Türk modeli
inşa etme fırsatı var!’’
Buyurun cevabı size bırakayım…
Bir hocam hem o günleri hem de bugünü anlatırken
şöyle söyledi:
“Kemal Derviş’i Ecevit bulmadı. Kemal Derviş’i Amerika
Türkiye’ye atadı. Görevi, istenilen yasal düzenlemeleri yaptırmak. Sonra Ecevit
Hükümetini yıkmak. Arkasından DSP’yi parçalamak. Irak işgali öncesi, Amerika’ya
destek verecek, O günün Ak Parti’sinin önünü açmak. Abdullah Gül’leri iktidara
getirmek. Görevlerini başarı ile yaptı. Hükümeti yıktı, DSP’yi dağıttı. JEREMY
RİFKİN, Amerikalı Jeremy Rifkin. Kılıçdaroğlu tanımaz, bilmez. ABD ziyaretinde
önüne kondu. (ABD’nin yeni Ankara Büyükelçisi Jeffry Flake. Rifkin’i önerenin o
olduğu iddiaları da var.) Prof. Dr. Daron Acemoğlu da aynı. Onun da ABD
vatandaşı olduğunu öğrendim. Kemal Derviş Türk Hazinesinin başına atamışlardı. Bunları
CHP’ye atadılar. Hiçbiri tesadüf değil. Önümüzdeki dönem için yapılan planların
parçası.”
Şimdi
bir daha düşünmek lazım. Ne dedi geçtiğimiz günlerde K.K: “5 trilyon 461 milyar dolar yöneten yatırım
bankaları ve 500 milyar dolarlık fonlarla toplantılar yaptım. İlk 3 yılımızda
en az 100 Milyar $ doğrudan yatırım, emeklilik fonlarından 75 milyar $,
sürdürülebilirlik fonlarından da 150 milyar $ yatırım alacağız. Ülkemize para
akacak.”
Bu Kemal Derviş’in
yardımcısı olan Faik Öztrak da yanındaydı gezilerinde de büyük ihtimal bu
açıklamayı yaparken de. Yahu hiç mi bilginiz yok bu konularda. Niye demedi mesela,
‘’bu kadar para 1 günlük görüşmeyle olmaz, kimseyi inandıramayız biz hallettik!
’’ diye.
MİLLİLEŞMEK ZORUNDASIN. MİLLİLEŞMEZSEN, BATMAYA MUHTAÇSIN: MUHTAÇ!
(AMERİKA’DAN GELENLERİ BATMAK OLARAK DEĞERLENDİRENLER İÇİN)
KALIN SAĞLICAKLA!
0 Yorumlar