Var olanlar
arasındaki en mükemmel ve olası olan şu yaşamımızda, her gün yeni bir zulmete
uyandığımız gerçeğini bir an dahi aklımızdan çıkarmayarak gördüğümüz bu düzene
her ne kadar ‘modern dünya, muntazam çark veyahut muasır medeniyetler
seviyesine çıkan insanlık’ dense de her ne denirse densin, Anadolu insanının
zihninde bu yaşanan, ahir zamandır..
Ahir zaman da,
bilirsiniz, kötü yaşantılarıyla ön plana çıkan ve insanı her daim daraltan
özelliklere sahiptir hani. Mutlak sona her yaklaşılan adımın daha da
kötüleşeceği, her yeni gelişmenin bir öncekinin daha kötüsü olacağından bugünün
iyisi olacağı sunulur ve bilinir. Alışmak denen hastalığa yakalandıktan sonra
insanoğlu için binbir false analogy çıkarılsa da hiçbir fayda etmez artık, her
şeye olur etmiştir. Bu analojileri zenginleştirmek için şunu diyebiliriz:
- Filistin’deki zulme sessiz kalan zalimdir,
- Müslümanlar sessiz kalıyorlar,
- Öyleyse bütün Müslümanlar zalimdir.
Evet,
önceleri bu tabirleri duyunca insanlar ‘’olur mu yahu bu nasıl söz!’’ diyerek
irkilirdi. Şimdi ise söylediğimiz gibi, alışmak elemine tutulmuş insanoğlu her
şeye ‘’doğrudur’’ diyebiliyor. Farkındaysanız, günümüz insanı, sözü bir
başkasına atıldıktan sonra ne olursa olsun yahut hep birlikte yapılıyorsa sorun
yok mantığı düzlemiyle hareket ediyor. Sosyologlar bunu nasıl araştırmaz
anlayabilmiş değilim. Yani eğer herhangi bir yerde bir zulüm varsa, önceleri bu
topraklarda tepki gösterilir harekete geçilirdi. Hani bir kadına şiddet uygulandığını
gören halk şiddeti uygulayanın üzerine giderdi bilirsiniz, şimdileri ‘aman bana
dokunmasın da ne olursa olsun!’ zihniyetiyle bir yaşam sürmekte. Ve bunu da çevresindeki
üç beş kendi gibisine böbürlenerek ‘’şerefimle yaşadım’’ diyerek taçlandırmaktadır.
Bu işin biraz
daha ötesinde ise ‘’Yau ben inanmışım ki Allah vardır, ee bu zulmü de görüyor,
yav niye engellemiyor gardeşim’’ zihniyeti şu an günümüzün en büyük düşüncelerinden
bir tanesi olmuş durumdadır. Öyleyse bu cümleyi biraz dikkate alıp, ‘’eşrefi
mahlukata’’ sunmak gerekir. Buyurun başlayalım…
Bu âna kadar
okumuş olduğunuz girizgah, asli unsurda kötülük problemine götüren bir kılavuzdu.
Kötülük problemi de hepimizin bildiği üzere, felsefenin özellikle de din felsefesinin
temel başlıklarından bir tanesidir. Yani yukarıda yazdığım en temel düzlemdeki
soru olan ‘’madem Allah var o zaman niye engellemiyor?’’ sorusu binlerce
filozofun çalışma ve çatışma alanını oluşturmaktadır. Uzaktan çok basit bir
soru olarak görünen bu soru, başlıca birkaç
sorunu da beraberinde getirmektedir. Bu sorunlardan birkaçına bakacak olursak;
-Tanrı tanımı
(Epistemolojik eksiklikler problemi başlıca) ve ontoloji,
- Mümkün
Dünyalar Teorisi,
-Kesb Teorisi.
Bu sorunları
açıklayalım:
Öncelikle tanrının tanımı; her şeyi bilen, her
şeye gücü yeten, mutlak iyi, her şeyi yoktan var eden .. gibi sıfatlarla
yapılır. Burada da yine insanoğlunun kendi acziyetinden doğan birtakım sorular
meydana gelir ki, ‘’tanrı insanın geleceğini biliyorsa onun özgürlüğünü
kısıtlıyor mudur?’’ soruları da meydana gelir. Determinist evren bunu
açıklamaktadır. Bugünkü konumuzla bağlantısı olmadığından bu ‘’tanrı ve insan
özgürlüğü’’ konusunu basit bir örnek bırakarak daha sonraki yazımıza bırakıyorum
inşallah:
Bazı filozoflar, Tanrı'nın varlığı ile insan
özgürlüğünün birbiriyle çelişmediğini ileri sürerler. Bu yaklaşım, özellikle
uyumculuk (compatibilism) adı verilen bir felsefi görüşle ilişkilendirilir.
Temel argümanları şunlardır:
Tanrı'nın
bilgisi, insan özgürlüğünü etkilemez: Tanrı'nın gelecekte ne olacağını biliyor
olması, insanların özgürce seçim yapmadığı anlamına gelmez. Çok Basit bir örnek
vereyim, bir öğretmenin öğrencisinin sınavda başarısız olacağını tahmin etmesi,
öğrencinin başarısız olma kararını etkilediği anlamına gelmez. Benzer şekilde,
Tanrı'nın bilgisi de insanın seçimlerini zorunlu kılmaz.
Mümkün
Dünyalar teorisine bakacak olursak, Leibniz’e göre yaşadığımız bu dünya ‘’olabilecek
dünyalar arasında en mükemmelidir’’ genel kabul de bu yöndedir. Daha iyisi
yahut kötüsü zikredilmez.
Ve son
olarak,
İmam Gazâlî’nin (h.z) insanın
özgürlüğü ve sorumluluğu konusundaki temel yaklaşımı, Kesb teorisidir. Bu
teoriye göre:
- İnsan, iradi eylemlerini seçebilir; yani bir şey
yapmaya karar verme yetisine sahiptir.
- Ancak, bu eylemleri gerçekleştiren güç, Tanrı’dan
gelir. Yani insanın iradesi, Tanrı’nın yarattığı bir güç ile desteklenir.
- Bu durumda insan, kendi seçimlerinden dolayı
sorumludur, çünkü
seçme iradesi kendisine aittir. Ancak bu seçimler, Tanrı’nın
yaratmasıyla gerçekleşir.
Şunu da dile
getirmekte fayda var, artık iş teorik düzlemden çıkmıştır! Filistin’de yaşanan zulüm, kötülük problemini
soyut bir tartışmadan çıkarıp insanlığın kalbine taşınması gerekir düzleme taşımıştır
(kalbi kaldıysa). Çocukların ölümü, sivillerin zorla yerinden edilmesi, temel
insan haklarının sistematik biçimde ihlali… Bunların hepsi, kötülüğün en somut
tezahürleridir.
Bu yazının
asli başlığı Teodise’dir. Teodise, yani özgür
irade savunmasıdır. Kötülüğün aslında insanın kendi seçimlerinin bir sonucu
olduğunu bizlere söyler. Filistin’deki zulüm de zalimlerin tercihidir;
Tanrı insanı özgür yaratmış, bu nedenle onun fiillerine doğrudan müdahale
etmemiştir. (Burada Kesb Teorisi devreye girecek.)
Bu noktada
önemli olan şudur: Filistin’deki zulüm, kötülük problemini yalnızca “Tanrı
neden izin veriyor?” sorusuna indirgeyemez. Asıl mesele, insanın
sorumluluğudur. Zira kötülüğün varlığı, aynı zamanda iyiliği
seçme ve zulme karşı durma çağrısıdır. Belki de kötülük probleminin gerçek
çözümü, metafizik değil, ahlakidir???
Yani mesele
sadece Tanrı’ya yöneltilen bir itiraz mı acaba? Yoksa en basiti mi bu? Yine sorumluluğundan
kaçınan günümüz insanı!!? Asıl mesele, bizim sessizliğimizdir.
Belki de kötülük probleminin cevabı Tanrı’da değil, insanlığın (kaldıysa)vicdanında
saklıdır? Çünkü zulmün sürmesi sadece zalimin gücünden değil, çoğu zaman
mazlumun yanında durmayanların suskunluğundan olmamış mıdır?
Evet, ilahi
adalet vardır. Tarih boyunca nice zalimler gelip geçmiş, hepsi birer ibret
vesikası olarak yok olup gitmiştir. Ama unutmamak gerekir ki, Tanrı zulmü sona
erdirmek için gökten melekler indirmedi; bu görevi bize, insanlara, sana bana
verdi.
O yüzden Filistin’deki zulüm, aslında bir imtihan
sorusudur!
Allah bize şunu soruyor:
“Sen kötülüğün karşısında nerede duruyorsun?”
Kötülük problemi sadece Tanrı’ya sorulacak bir felsefi bilmece değil; bizim vicdanımıza sorulan bir ahlaki sınavdır. Ve biz de cevabı çoktan biliyoruz: Zalimin yanında susmak, kötülüğe ortak olmaktır!
Sessiz
kalmaya devam edip Allah’ı sorgulamaya devam mı Müslüman?
Kalın
Sağlıcakla.
0 Yorumlar