Modernleşmek... Kelime kulağa hoş geliyor değil mi? Daha iyi yaşam koşulları, daha az zahmet, daha fazla imkan. Ama bir soralım kendimize: Gerçekten daha mı iyiyiz? Yoksa kolaylaştırırken her şeyi, aslında zorlaştırdık mı hayatı?
Anadolu’da bir zamanlar insanlar sabah horoz sesiyle uyanır,
komşusuna selam verir, tandırdan çıkan köy ekmeği mis gibi kokusuyla etrafı muhabbetle sarardı.
Şimdi de alarm sesiyle uyanıyor, apartman komşusunun ismini bile bilmiyoruz.
Çünkü 'modernleşmek dediler, eski olan her şeyi rafa' kaldırdık. Biz de inandık
buna. "Artık öyle yapılmaz" dediler, biz de uyduk onlara işte, yapmadık.
Oysa modernleşmek; insanı kolaylaştırırken insanlığını
unutturmamalıydı. Ama bize dayatılan başka bir şeydi: Kendi dilinden, kendi
giyiminden, kendi musikisinden, kendi ahlakından uzaklaşmak. Modernleşme adı
altında, bize ait olan ne varsa "geri kalmışlık" damgası yedi. Hoş bu
‘GERİCİ’ tanımı, muasır medeniyetler seviyesine çıkmak isteyen(!) bu ‘toplum’
tarafından zaten yüz yıldır kullanılır oldu..
Bir düşünelim: Eskiden kalabalık sofralarda yemek yenir,
ekmekler bölüşülürdü. Şimdi ise tek başına fast food menü yiyoruz, ama
doyduğumuzdan emin miyiz? Çünkü bu toprakların insanı yalnız karnıyla değil,
gönlüyle de doyardı. Karnı tok, gönlü aç güzelim Anadolu insanım..
Modern binalar yaptık, köy evlerimizi unuttuk. AVM’lerde
kaybolduk, çarşı pazarın samimiyetini kaybettik. Teknolojiyle yakınlaştık ama
birbirimizden uzaklaştık. İşte modernleşmenin bedeli bu oldu: İmkanlarımız
arttı, ama muhabbetimiz azaldı.
Modernleşmeye karşı değilim. Ama kendi ruhumuzdan, özümüzden kopmadan yapılanına razıyım. Yani, teknolojiyi al ama insanını yitirme. Arabaya bin ama selamı unutma. Yeniye açıl ama eskiyi küçümseme. Çünkü bir milletin ruhu, kendi geçmişine duyduğu saygıyla ayakta kalır.
...
Bir milletin dili, onun kalbidir. Kalp nasıl kan pompalarsa,
dil de ruhu besler. Ama dil değişirse, ruh da susar. Sonra bir bakarsın,
insanlar konuşur ama anlaşamaz olmuş. İşte bizim yaşadığımız tam da bu.
Bir milletin türküsünü, atasözünü, masalını, deyimini
elinden alırsan, sadece kelime değil, bir hafıza da kaybolur. Dedelerimizle
aynı dili konuşuyoruz gibi ama anlamıyoruz birbirimizi. Çünkü “rıza” kelimesini
unutmuş bir nesil, “razı olmayı” da bilemez. “Tevekkül” bilmeyen biri,
sabretmenin ne demek olduğunu nasıl anlasın?
Kültür, dilin gölgesinde büyür. Eğer biz kendi
kelimelerimizi kaybedersek, kendi hikayemizi de anlatamayız. Hikayesi olmayan
milletin de geleceği olmaz. Çünkü anlatacak sözü kalmamıştır.
O yüzden, bu yazıyı bir çağrı olarak değil, bir hatırlatma:
Ne olur "eski biz" deyip geçmeyelim. Çünkü onlar sadece kelimeler
değil, bizim geçmişimiz, duamız, türkümüz, gözyaşımız. Ve hepsinden öte,
ruhumuzun sesi.
Kalın sağlıcakla.
0 Yorumlar